Mustafa Cahid

En Sevdiğim Günah!

EN SEVDİĞİM GÜNAH! // Mustafa CAHİD

Amerikan sineması birçok açıdan eleştirilse de -ki bu eleştirileri genelde hak etmektedir- içine doğduğu Batı medeniyetinin acımasız, vicdan yoksunu, köksüz, “Allah”sız yönünü bütün çıplaklığı ile gösteren örnekleri bakımından onlarca yıldır dünya sinemasının merkezi gücü olarak kabul ediliyor. Dinî, siyasî ve felsefî görüşlerinin temelini, güçlünün haklı olması anlayışı üzerine kuran emperyalist Batı düşüncesi, insan fıtratına aykırı; insanlığını, yaratılış kodlarını inkâr eden yaklaşımları nedeniyle zaman zaman kaçınılmaz olarak fıtratın çağrısına kulak vermek zorunda kalıyor. Öyle olunca da ister istemez bünyeye uygun olmayan, mide bulandıran durumlarda içindeki karanlığı, zehirli bir kusmuk gibi dışarı atıyor.

1997 yapımı özgün adı “The Devil's Advocate” olan “Şeytanın Avukatı” filmini bu bağlamda çarpıcı bir örnek olarak değerlendiriyorum. Başrollerde Al Pacino, Keanu Reeves gibi Hollywood sinemasının önemli isimlerinin bulunduğu film, ifade etmeye çalıştığım karanlığın çarpıcı bir örneği… Filmde hırsları için hiçbir ilke, hiçbir kural tanımaz hâle gelen genç bir avukatın, hırslarının esiri -ya da kurbanı- olması çok çarpıcı sahnelerle anlatılıyor. Çarpıcı derken gerçekten sakıncalı sahneler de var filmde ama asıl konumuz bu değil. Filmin izlenmesini öneriyor da değilim. Bu da benim çelişkim olsun.

Esas itibarıyla “adalet” kavramı ve “kibir” duygusu arasındaki ince çizginin kaybolması, o dengenin bozulması sonucu, insanın, fıtratına nasıl aykırı davranışlar sergilediği vurgusu var filmde.

Mezkûr filmden bahsetmemin asıl nedeni, medeniyet dünyamızda çok dikkat çekici olan kibir kavramı ve kibre bulaşma sonucu gelinen noktayla bağlantı kurmaya çalışmak.

Dinî kaynaklarımızda kibrin ne kadar tehlikeli bir duygu olduğu vurgusu çok güçlü bir şekilde yapılıyor. En meşhur ifadelerden biri kalbinde zerre kadar kibir olan birinin cennete giremeyeceği ihtarıdır biliyorsunuz. Kibrin, insanın kendini üstün görmesi ya da muhatabını eksik, değersiz, kusurlu görmesi olarak tanımlandığını biliyoruz. Hak Teala diyor ki adeta, sen kimsin, kendini nerelerde görüyorsun? Benim yarattığımı nasıl küçük görüyorsun? Kendini bil, haddini bil. Haddi aşma. Kanaatimce kibir duygusu insanın haddini aşmasına neden olan en tehlikeli duygulardan biri. Onun için şiddetle yasaklanıyor dinî metinlerde. Kendini yeterli gören azmıştır, deniyor. Bu duygu da insanı kibre götürüyor. Sonra da insan Allah yokmuş gibi, hiç ölmeyecekmiş gibi, kimseye ve hiçbir şeye muhtaç değilmiş gibi yaşamaya başlıyor. Bir de eline güç, servet ve iktidar geçirirse Olimpos’tan seslenmeye başlıyor diğer insancıklara. İşin acı tarafı bu durumun somut örneklerini son dönemlerde yanımızda yöremizde çokça görüyoruz. Gönül eğitimi yapmakla mükellef bir kısım insanların bile kendi dostlarına, arkadaşlarına, bir zamanlar kader birliği ettiği insanlara kibir kulelerinden, uzaklardan, çok uzaklardan bakmaya başladığı zamanlarda yaşıyoruz. Neden? Hatayı, günahı, ihaneti hep başka merkezlerde ararken neden hiçbir zaman dönüp de kendimize bakmıyoruz? Yoksa kendimizi günahsız, asla yanlış yapmayan muhterem şahsiyetler olarak mı görüyoruz? Öyle ya… Bizler bu kutsal davanın kutsanmış neferleri değil miyiz?

Egosunun, kibrinin esiri olmuş genç avukat, “Kaybetmek mi, ben kaybetmem, ben kazanırım, ben avukatım.” diye kendini kaybetmiş bir şekilde bağırırken güç, servet ve iktidar sahibi şeytanlaşmış dostu (!) “Şüphe yok ki kibir benim en sevdiğim günah!” diyordu filmin final sahnesinde.

Ne dersiniz! Belki bütün bunlardan bizim de hesabımıza düşen bir pay var?

Nefsime hatırlatma:

“Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden.” (Alak Suresi, 6 ve 7. ayetler)

“Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez. Allah güzeldir, güzeli sever. Kibir ise hakkı kabul etmemek ve insanları küçümsemektir.” (Müslim, İman 147)

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri