Av.Fevzi Konaç

Eskiden ABD Bize Posta Koyabilir miydi…??? Hadi Ordan…!!

ESKİDEN ABD BİZE POSTA KOYABİLİR MİYDİ…??? HADİ ORDAN…!!

        “ABD, Rusya'dan S-400 sistemlerinin alımı nedeniyle Türkiye'ye bazı yaptırımlar uygulama kararı aldı.” haberlerini görünce, biz bu şarkıyı kaçıncı kez dinliyoruz dedim içimden. Skandal kararın ardından ABD ve Rusya açıklamalar yaptı. Ne kadar onur kırıcı bir durum. Kendi ülkemizin güvenliğini temin için birilerinin emir ve izinleri kadar iş yapabilmek veya menfaatlerinin gereğini yapmak zorunda görülmek. Bu yazıya kocaman bir Erbakan şamarı atarak başlamak istiyorum.
        “Bana ne Amerika’dan… Hadi ordan… Hadi ordan…!!”
        Hatırlarım Erbakan Hocamız büyük bir salon toplantısının sonunda büyük bir aşkla ellerimizi havaya kaldırtarak söz verdirirken kükremiş ve “Ey Milli Görüşçüler, Ey Milli Görüşçüler şimdi vazifeniz 2. Yalta Konferansını toplamaktır.” diye bizlere bir görev yüklemişti. Peki 1.Yalta Konferansı ne idi ki? bize görev olarak 2.sini toplama hedefini gösteriyordu. Salonun içindekilerin kaçı onun ufkuna ve vizyonuna sahipti? bu sözler ne ifade etmeliydi? Bugün ABD, Rusya vs. bize ne zaman uluslararası bir tokat vurmaya, tahakküm etmeye yeltense, 2. Yalta için gayret talep eden Hocamızın o salondaki bize yüklemeye çalıştığı manayı ve azmi tekrar tekrar düşünürüm.
   Yalta Konferansı’nın 2.Dünya Savaşı sonunda savaşın galipleri yani ABD, Rusya ve İngiltere’nin dünyayı nasıl paylaşacaklarının kararının verildiği toplantı ve Yalta’da ev sahibi bir şehirdi. Ve Hocamız yeryüzünü paylaşan bu kan emicilere itiraz vaktinin geldiğinin, adil bir yeni dünyanın kurulması için 2.Yalta’nın (sembolik olarak Yalta denildiği malumunuzdur) toplanmasının önemine vurgu yapıyordu. Tabi bunu yapabilmenin altyapısı olarak güçlü bir Türkiye’nin, D-8 yapılanmasının, yerli ve milli savunma sanayinin, İslam ülkeleri (bugün Pakistan- Azerbaycan- Katar ile olduğu gibi) arasında birçok alanda güçlü bir iş birliğinin, ortak para birimi ve ortak bir askeri gücün önemine dikkat çekiyordu. Hedef koymanın yetmeyeceğini, bunun altının doldurulması gerektiğini ifade ediyordu.
        Bu yaptırım gelişmeleri sırasında açıklamalar devam ederken ABD’li yetkililerin kibir kokan üsten bakışları, tehditleri canımı nasıl yakıyor anlatamam. Dış politik dil ABD’ne her ne kadar müttefik demek zorunda olsa da, biz millet olarak onları en büyük düşman olarak görmeye devam edeceğiz. Dışişleri Bakanlığı'ndan ABD'nin bu kararına çok sert tepki geldi. Savunma Sanayii Başkanı İsmail Demir, "Yaptırım sorun yaratmaz. Bu bizi güçlendirir. Kararla ilgili herhangi bir endişe duymuyoruz. Yaptırım Türkiye'nin savunmasını etkilemez" ifadelerini kullandı. Yerli savunma sanayinin, üretmenin, özgüvenin ne kadar değerli olduğunu anlatan ve ferahlatan bu cümleler bizi mutlu etti.
         Eski Türkiye Yok Artık ve Bir Daha Hiç Olmayacak…!!
        Türkiye, özgüven konusunda eski Türkiye değil. Pısırık ve masada hiçbir esamesi okunmayan bir Türkiye yok artık. Elbette daha iyi olacağız ama bizim son zamanlarda dış politik dilimizin gür çıkmasının sebebini iyi analiz etmeliyiz. Hocamızın 50 yıldır hayalinde yaşattığı yerli ve milli silah sanayi adına, Cumhurbaşkanımız tarafından atılan adımlar bizi masada güçlü hale getirdi. Bunu ve  daha alınacak çok mesafe olduğunu görmeliyiz. Birkaç alanda yaşanan değişim bize moral verdi. Güç, tüm hesapları bozuyor. Güçlü ülke ancak haklarını savunabiliyor. El açan, onların ürettiği teknolojiye mahkum olan bir ülkenin sesinin çıkmasının ne kadar mümkün olabileceği ortada. Tarih okumalarımda görüyorum ki; biz eskiden güçlü idik ve oyunun kurallarını biz koyardık. Son iki yüz yıl kan kaybettik, doğrudur. Ama yeniden başarabiliriz. Çalışırsak, üretirsek, aşk ile sarılırsak, bu milli ve yerli ruhu gençliğimize anlatabilirsek, yeni bir hikaye ve destan yazabiliriz. Tıpkı 225 yıl önceki gibi. Aşağıda sizlere nakledeceğim hikaye Tarihçi Murat Bardakçı’nın bir makalesinden alıntıdır. Okuyunca içimden “heyhattt ne günlerden, ne günlere kalmışız” diye geçti. Hikaye şöyle;
        Akdeniz Türk Gölü Cezayir ve Libya İlimizdi…!!
        Kuzey Afrika, 18. yüzyılın sonlarına kadar Türk hâkimiyeti altındaydı. O devirlerde “Garp Ocakları” denen Kuzey Afrika’daki topraklarımızda Tunus, Cezayir ve Trablusgarb eyaletleri teşkil edilmişti. Eyaletler “Bey” ve “Dayı” unvanını taşıyan, hükümdarın vekili olan idareciler eliyle yönetiliyordu. Yerli halk kendi halinde yaşar ama silâhlı güçler ve özellikle de denizciler, geçimlerini Akdeniz’de korsanlıkla sağlarlardı. İstanbul’un sıkı bir kontrol altında tuttuğu korsanların Osmanlı İmparatorluğu ile ticaret ve Türk denizlerinde dolaşma anlaşması yapmış olan memleketlerin bayrağını taşıyan gemilere saldırması yasak, diğer gemileri yağmalaması ise serbestti. İşte, Amerika’nın bir zamanlar bize vergi ve haraç vermesini bu korsanlar ve Cezayir’in “Dayı”sı olan Gazi Hasan Paşa sağlamıştı. 1776’da Amerika yeni doğuyordu. Devlet artık diğer kıt’alara açılmak, ticaret ve deniz yollarında faaliyet için Akdeniz’de ülkelerle antlaşmalar imzalıyordu. Osmanlı Devleti ile henüz böyle bir anlaşma yapılmamıştı ama Amerikan ticaret gemileri Akdeniz’e gelmişlerdi. Cezayirli korsanlar 1785’ten itibaren rastladıkları Amerikan gemilerine elkoyuyor, mallarını yağmalıyor ve denizcileri esir olarak Cezayir’e götürüyorlardı.
        Bugün dünyanın Haracını Yiyen ABD & 29 Sene Osmanlı’ya Vergi Ödedi…!!
        Başkan George Washington, Kuzey Afrika’da yaşananlardan Kongre’yi haberdar etti ve Joseph Donaldson ile Cezayir Dayısı Hasan Paşa, Cezayir’de 5 Eylül 1795’te Türkçe kaleme alınmış bir “Dostluk ve Barış Anlaşması” imzaladılar. Bu anlaşma, daha önce Fas ile yapılan ve Arapça olan 1786’daki anlaşmadan sonra, Amerikan tarihinin İngilizce olmayan ikinci metni idi. ABD, anlaşmaya göre Cezayir’de bulunan esirlerin bırakılması için Hasan Paşa’ya 642 bin 500 dolar “haraç” verecek ve her sene 12 bin Cezayir altını eden 21 bin 600 dolar tutarında vergiyi de muntazaman ödeyecekti. Kongre anlaşmayı 1796’nın 7 Mart’ında onaylamış ve Amerika Birleşik Devletleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun resmen “vergi mükellefi” olmuştu. Bu durum 1824 yılına kadar devam etti. Yani bizi bugün hesaba çekmeye çalışan ABD, 29 yıl Osmanlı’ya vergi ödedi.
        Anlaşmalar Türkçe Yazılırdı ve Besmeleyle Başlıyordu…!!
        Hepsi Türkçe olan anlaşmalar Besmele ile başlıyordu. Metnin hemen girişinde “Bu belge dünyanın hâkimi, denizlerin ve karaların hükümdarı, kralların efendisi, sultanlar sultanı, imparatorlar imparatoru, Sultan Mustafa Han’ın oğlu Sultan Selim Han’ın dikkatli bakışları altında imzalanmıştır. Allah, O’nun hükmünü daimî kılsın” şeklinde ifadeler vardı ve bu ifadeler, metni Türk tarafının yazdığını göstermekteydi. Metindeki özgüvene bakar mısınız? hey gidi günler hey…!! 200 yıl içinde ne oldu da, hikaye tam tersine döndü bunu düşünmeliyiz. Tarihten gelen genlerimizi ve kabliyietlerimizi hatırlamalıyız.
        Yani demem o ki; geçmişte gücümüz nedeniyle hikayeleri ve destanları biz yazıyor, kuralları biz tayin ediyor, tabiri caizse dünyaya adil olarak postayı biz koyuyorduk. Eğer yine eski günlerimize döner ve gücümüzü inşa edersek, artık bize kimse posta koyamayacak. Buna ABD’de dahil…!!

Kayseri Memleket Gazetesi köşe yazısı. 17/12/2020

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri