AV. FEVZİ KONAÇ

Kayserispor Sen Bizim Her Şeyimiz misin?

1967 KAYSERİ/SİVAS MAÇI - FUTBOL ve İSTİKLAL MARŞI

Tarih sayfalarını karıştırırken spor ve futbol tarihimizin en acı olaylarından birinin 52. yıldönümünün yaklaşık bir ay önce geçtiğini fark ettim. İşin ilginç tarafı böyle bir acının yıldönümünden şehrin ve kamuoyunun neredeyse hiç haberdar olmadan geçmesi idi. Tarih 17 Eylül 1967, Kayseri sadece Türk futbolunun değil, ülke tarihinin de en büyük facialarından birine sahne olmuş. Kayserispor ile Sivasspor arasında oynanan 2. Lig maçında çıkan olaylarda stadda 43 insan hayatını kaybetmiş. Vefat edenleri rahmetle anarken nereden bakarsanız bakın, çok acı ve anlaşılması güç bir olay. Bu trajedi, birçok kez ülke futbol gündemine gelse de, hakkında çok fazla bilgi sahibi olunmayan bir olay olarak bugün neredeyse unutulmuş.

Kayserispor Sen Bizim Her Şeyimiz misin?

Bu günlerde şehrin gündemini en üst perdeden meşgul eden Kayserispor’un kötü gidişatı ve kulübün içinden geçtiği süreçte göz önüne alındığında, başkan ve teknik direktörün istifası taze iken bu konuyu tarihin içinden alıp irdelemekte fayda olduğunu düşündüm. Sporu çok seven, oynayan, izleyen, merakı ve ilgisi taraftarlıktan öte olan biriyim. Futbol ve basketbol ise oynadığım iki spor dalı. Yani burada yazımın konusunu izah ederken, dışarıdan biri olarak ahkam kesmediğimi ifade etmeye gayret ediyorum. Kimi zaman şehirlerin sosyal hayatındaki önemli unsurlardan olan futbolun, kamu tarafından desteklenmesinin kaçınılmaz olduğunu da düşünenlerdenim ama bunun bir vicdani ölçüsünün olması gerektiğini altını çizerek. Yani futbol bizim her şeyimiz gibi davranamayız. Ancak hak ettiği değeri vermeliyiz.

Futbolun Ahlakı Kaldı mı?

Tüm spor dallarının dışında futbola has bir takım hata ve yanlışların tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de bu spor dalının tadını tuzunu kaçırdığı kanaatindeyim. Herkesçe malumdur ki; şike tartışmaları, lehe/aleyhe yapılan hakem hatalarından kaynaklı dedikodular, saha dışında yaşanan ve fanatizmin taraftarı getirdiği noktada işlenen taraftar cinayetleri, özel sektörün destek vermemesi nedeniyle şehirlerde bu işin finansının kamu kurumlarına ve daha çok belediyelere kalması ayrı birer tartışma konusu. Ne yazık ki futbol, yerel siyasetin ve yerel yönetimlerin istese de, istemese de bu alanda olmak zorunda bırakıldığı, psikolojik bir baskının kamuoyu tarafından hissettirildiği, adeta karadelik gibi verilen bütün maddi enerjinin canavar gibi yutulduğu bir sektör haline geldi.

İstiklal Marşı Okuyacak Futbolcu Kalmadı!

Son zamanlardaki mevzuat değişikliklerinin getirdiği yabancı kontenjanından dolayı, sonuç olarak futbol takımlarımızda neredeyse milli marşımızı okuyacak futbolcunun kalmadığı ayrı bir acınacak durum. Hatta Alman bir futbolcunun Fenerbahçe takımında maç öncesi Milli Marşımızı okuduğu için sevindiğimiz garip bir ruh hali yaşıyoruz. Üstelik yerelde ilimizde tek bir futbolcunun yetiştirilemediği bu alanda, tüm ekonomik emeğin büyük çoğunluğu yabancı futbolcular ve aracılar tarafından şehrin dışına (tabiri caizse kaçırıldığı) aktarıldığı bir alan. Şehrin küçük bir kısmının taleplerinin karşılanması adına, aslında büyük işler yapılabilecek ekonomik gücün, büyük ölçüde heder edildiği adeta bir öğütücü değirmen.

Aslında gelinen noktada birçok aklı selim sahibi bu gidişatı görüyor ama ne yazık ki bu girdaptan çıkmak o kadar kolay değil. Sporun gerçek seyrinden çıktığı, masa başında işlerin döndüğü kanaatinin etkin bir kanaat haline geldiği, hatta takımların bir güç merkezi olarak kamuoyu algısı oluşturduğu gerçeği kabul görür nitelikte artık. Futbol sahalarında ideolojik ve siyasi bölünmelerin hesabı görülüyor. Doğuda Mehter Marşı taraftar heyecanını beslerken, batıda İzmir Marşı, laiklik sloganları millet olarak spor üzerinden bölünmenin futbol sektöründeki ayak sesleri. Futbol sanki bir avuç yabancıyı besleyen ve bir avuç taraftarı tatmin eden bir iştigal alanı. Şehri kucaklayamayan ancak şehrin markası denilerek aslında kaynaklarını tüketen ve şehrin enerjisini heder eden bir çıkmaz gibi. Bütün bunları söylerken amatör spora, şehrin tamamına spor yapmayı telkin eden organizasyonlara, uluslararası arenada şehrin ve ülkenin gururu olacak sporculara destek verilmesini ayrıca önemsediğimi ifade etmek isterim.

Spor Fanatizmin Tatmin Alanı Değildir!

Evet. 1967 yılında yaşanan ve sebebi ne olursa olsun fanatizmin ve taraftar öfkesinin 43 canın kaybına sebep olduğu o acı gün vesilesiyle, özelde futbolu ve Kayserispor’u, genelde ise sporu tam olarak nereye koymamız gerektiğini, şehir olarak ülke olarak yeniden düşünmeliyiz. Spor ahlakının yerlerde süründüğü birtakım branşların üzerinde yeniden kafa yormalıyız. Bu sektörden geçinen bir avuç simsarın takipçiliğini ve tetikçiliğini yapmamalıyız. Toplumsal kaynaşmaya ve kardeşliğe hizmet etmesi gereken sporu, şehirler arasındaki rekabetin kavga ve bölünme unsuru olarak görenlere prim vermemeliyiz. Ekonomik olarak zor zamandan geçtiğimiz bu günlerde, işsizliğin arttığı bu süreçte, şehrin ekonomik kabiliyetini ve kamunun kaynaklarını, istihdama ve yatırıma/üretime dönük doğru yerlere kanalize etmeliyiz. Ortalama 5/10 bin taraftarın keyfi için, olması gerekenin üzerinde maddi aktarımlar yaparak 1,5 milyonluk şehrin hukukunu çiğnememeliyiz. Hele ki spor bu kadar yozlaşmışken, bu alana aktaracağımız yani bir ölçüde heder edeceğimiz ekonomik çıktıyı, ahlaklı sporcular ve gençlik yetiştirmek için harcamalıyız. Eğer bu yatırımları doğru alanlara yapmaz isek, bir yandan vebal taşırız diğer yandan ise 52 yıl önce topluca ödediğimiz can bedelini çığırından çıkmış taraftar fanatizmi nedeniyle taksit taksit ödemeye devam ederiz.

Kalemin ve bilginin sahibi Cenab-ı Hakk’a hamd ile...

 

Ekim/2019
FEVZİ KONAÇ

Memleket Gazetesi

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri