AV. FEVZİ KONAÇ

Tavuğun Kursağı - Avustralya Develeri- HZ.Ömer !!

TAVUĞUN KURSAĞI - AVUSTRALYA DEVELERİ - HZ.ÖMER!!

Millet olarak ne yazık ki aksiyondan hoşlanıyoruz. Haberlerde en çok izlenen bölümlerin çarşıda, pazarda, hastanede yaşadığımız kavgalar, yaralamalar, kazalar, aile içi şiddet, kadına yönelik cinayetler vs. olması tesadüf değil. Dizi tercihlerimiz, magazine mahkum olduğumuz programlar bizim bu zaafımıza dair ip uçları taşıyor. Tüm bunları çaresizce izlerken, birçok yazımda dillendirdiğim hisler yine zihnimi işgal ediyor. Biz böyle değildik ve bu duruma düşmemeliydik diyor, bir kısım güzel hasletlerimizin, millet ve devlet geleneğimizin uygulamalarının neden günümüze taşınamadığı ile ilgili hayıflandığım oluyor. Keşke bu güzelliklerimizi bugüne taşıyabilseydik demekten kendimi alamıyorum. Bu topraklarda kurduğumuz büyük medeniyetin geçmişteki izlerini gördükçe, öğrendikçe gururlanıyorum.

İnsan hakları tartışmalarının hiç bitmediği günümüzde, gözümüzün önünde cereyan eden insanlık dramlarını, göçleri, kampları, İdlip’te bombalamalarda ölen insanları, Doğu Türkistan’daki işkenceleri gördükçe,  bırakın insan hakkını, hayvan hakları ile ilgili destansı hikayelerin bizim topraklarımızda yaşandığına şahitlik ediyoruz. Sizlerle yazımın devamında paylaştığım hikaye, pazar yerinde satılan bir tavuğun hakkını ve hukukunu savunan devlet başkanından bahsetmesi anlamında önemlidir. Osman Gazi’nin daha henüz devletinin kuruluş aşamasında verdiği mesajla, hedefinin bir İslam toplumu inşa etmek ve devletini merhamet ve adalet üzerine kurmakta olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Hikaye şöyledir;

Osman Gazi’nin Tavuğa Merhameti!

“Yaptığı fetihlerle Bizans’ı tir tir titreten Osman Gazi, topraklarındaki insanlara ve hatta hayvanlara da oldukça şefkatli ve merhametli davranırdı. O bu haliyle, fethettiği topraklardaki ahalinin gönüllerini de fethediyordu. Onun topraklarında zulmün bir nebzesi dahi görülmezdi.

Topraklarında hayvanlara dahi zulüm edilmemesine özen gösteren Osman Gazi, günlerden bir gün bir Pazar yerini teftiş etmeye çıktı. Pazar yerini gezerken, fakir bir köylünün önündeki iki tavuğun kursağını yokladı. Tavukların kursaklarını bomboş görünce, bir anda celallenip köylüyü fena halde azarladı.

Osman Gazi’nin azarlarına hedef olan zavallı fakir köylü, gözlerine hücum eden yaşlara mani olamadı ve Osman Gazi’ye:

- Beyim, tavukların kursaklarını yiyecek var mı, yok mu? diye yokladınız ama bir de onların sahibinin kursağını yoklasaydınız olmaz mıydı? Ben de var mıydı ki? onları doyuraydım, amacım bu tavukları satıp biraz yiyecek almaktı…” dedi yaşlı gözlerle.

Köylünün bu sözlerinden oldukça müteessir olan Osman Gazi, bunun üzerine köylünün tavuklarını değerinin çok üstünde bir fiyatla satın alarak, ona yardım etti.”

   

Osman Gazi’nin yaşadığı bu hadiseden sonra, 600 yıllık devletimizin tüm kurumlarında insana ve hayvana, yaratılmış bütün mahlukata merhamet ve şefkat gösterildi. Bu hikayede ecdadımız, bir yandan hayvan haklarının henüz hiç konuşulmadığı bir dönemde, devletin başı üzerinden dünyaya hayvan hakları dersi vermiş, diğer yandan insana merhametin güzel örneklerinden birini bizlere miras olarak bırakmıştır. İslam Medeniyetinin en temel vasıflarını, devlet geleneği haline getiren ecdadımız yeryüzüne örneklik etmiştir. O yüzden tarihte Müslim, gayrimüslim olması fark etmeksizin başı sıkışan insanlar sığınacak bir liman aradığında yönünü Osmanlı topraklarına çevirmiştir. İslam ahlakı gereği bir hayvanın bile hukukuna saygı gösteren ecdadımız, “insanı yaşat ki, devlet yaşasın” ilkesine sıkı sıkıya bağlı kalarak destanlar yazmıştır. Hak ve adaleti mahlukatın hepsine uygulamayı kendisine dert edinmiştir. Nerede bir mazlum görse başını okşamış, sırtını sıvazlamıştır.

Avustralya'da Develerinin Kaderi!

Bütün bu yönlerini yok sayarak, eksik ve kusurlarını görmek ötesinde tarihine şaşı bakanlar yüzünden, geçmişimizle bağımız kopmuş, ecdadını tanımayan bir millet, adeta köksüz bir insan topluluğu oluşturulmuştur. Bu kabul edilebilir bir gidişat değildir. Amacımız tarihimizin her icraatını kutsamak değildir. Ancak güzelliklerinin tanınması ve bilinmesi adına küllenmiş ateşin üzerini üflemek gibi bir vazifemiz vardır.

Bu yazıyı kaleme aldığım bugünlerde, dünya haberlerini takip eden tüm okuyucularımızın haberdar olduğu bir olaydan bahsetmek isterim. Avustralya’da aylardan beri devam eden orman yangınlarını hepimiz üzülerek takip ediyoruz. Çok uzun yıllarda yetişen bir ağacın veya doğada yaşayan “Allah’ın dilsiz kulları” olan büyük küçük hayvanların yangınla beraber telef olduklarına şahitlik ediyoruz. Ancak ilginç olan şey, bir yandan halk tarafından yangından kurtarılan koalalar, kangurular insanca muamele olarak bizlere gösterilirken, diğer yandan çok su tükettikleri için susuzluğa sebep olmaları nedeniyle binlerce devenin keskin nişancılar eliyle öldürülmesine karar verildiği haberleri geliyor. Aslında bu yaklaşımları beni hiç şaşırtmadı desem yeridir. Neden mi?

Kuruluşunda binlerce yerli halk Aborjin’in kanı bulunan İngiliz artığı Avustralya, son kararı ile aradan geçen 200 yıldan sonra bile ne yazık ki acımasızlık ve merhametsizlikte çokta mesafe almadığını göstermiş oldu. Kıtanın tarihini okuyan biri olarak şaşırmadım. Çünkü 1960’lı yıllara kadar, yerli halk Aborjinlerin, kıtaya sonradan gelen ve işgalle idareyi ele geçiren beyaz halk eliyle öldürülmesinin, ceza kanunlarında suç bile sayılmadığı bir ülkede develer katledilmiş çok mu? diyesim geldi. İngilizlerin yüzyıllarca sömürgesi olan bütün topraklarda, milyonlarca masumu katlettiği ve köleleştirdiği göz önüne alınınca, mirasçısı olanların deve katliamı masum bile kalıyor sanki(!) Bir yanda Osman Gazi’nin hikayesi, diğer yanda Avustralya develerinin akıbeti! Yeryüzünde hayvanların bile huzurunun sağlanması için İslam’ın bakışına ne kadar çok ihtiyaç var ve içini doldurduğumuz takdirde huzur İslam’dadır, ne güzel slogandır, öyle değil mi?

Hz. Ömer’in Bıraktığı Miras!

Bizim tarihimizde insana ve hayvana merhametin, aslında İslam toplumu olmak gayretinden geldiğini gösteren binlerce örnek yazabiliriz. İnancın, imanın ve yaratılmışlara sevginin Yaradan’dan kaynaklandığını gösteren destansı hikayelerimiz var. Batı medeniyetinin (!) karşısında yenilmişlik psikolojisi yaşama aczine düşmüş milletimize, ruh verecek binlerce destanımız var. Osman Gazi üzerinden anlattığımız hikayede bir tavuğun hukukunu korurken, meşru mazereti olan insana şefkatin, devlet idaremizin temeline konulduğunu gösteren hatıralarımız var hamdolsun. Osman Gazi’ye bu ruhu veren İslam’dır. Öyleyse gelin ecdadımızın esin kaynağı İslam tarihinden bir deve hikayesi ile bitirelim yazımızı. Avustralya’daki develerin halini görünce, Hz.Ömer devrinin devesi olmak varmış, dedim içimden. Dinleyelim o güzel insanları;

Hazreti Ali (RA), bir elinde katran bardağı, öbür elinde bir paçavra olduğu halde sür'atle gitmekte olan Hazreti Ömer'e rastlayıp:

— Nereye böyle ya Ömer! diye seslendi. Hazreti Ömer, elindeki bezi gösterip:

— Bu kanlı örtü yaralı bir deveden düşmüş. Yaralı olduğuna göre şimdi onu sinekler rahatsız etmektedir. Şu elimdeki katranı onun yarasına süreceğim ki, sinekler onu rahatsız etmesin, dedi.Hazreti Ali'nin:

— Ya Ömer! Senden sonraki halifelere adalete dair hiçbir şey bırakmayacak mısın? demesi üzerine de:

— Ya Ali! Sen ne dersin, ben şu anda o kadar ağır bir yükün altındayım ki, Dicle Nehrinin köprüsü delinse de, oradan geçen bir hayvanın ayağı kırılsa, Allah'ın beni hesaba çekeceğinden korkarım” dedi ve deveye yetişmek üzere yoluna devam etti. İşte böyle. Bir devlet başkanı yaralı devenin vebali için telaşla yola düşmüş. Masal gibi değil mi?

Devenin hukukunu koruyan Ömer’le, tavuğun hukukunu koruyan Osman’ın mirasını hakkıyla anlayabilmek ne kadar önemli. O yüzden iddiayla ve üzerine basa basa söylüyorum ki; yeryüzünün huzuru ve kurtuluşu, İslam Medeniyetinin yeniden ve hakkıyla inşa edilmesindedir… kalın sağlıcakla!!   14/01/2020  Kayseri

 

 

 

 

 

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri