Av.Fevzi Konaç

Virüs Yaşlıları... Merhametsizlik Gençleri Öldürür !!!!

VİRÜS YAŞLILARI... MERHAMETSİZLİK GENÇLERİ ÖLDÜRÜR!!!!

Yıllar önce üniversiteli gençlerle kurduğumuz kitap okuma gruplarında okuduğumuz bir kitapta, bu hikayeye denk geldiğimde çok üzülmüş ve adeta şok olmuştum.

Kokuşmuş Anneler Babalar Cesetler!!

Yurt dışında çalışan bir Türk Vatandaşı, oradaki hatıraları içinde en üzüldüğü hadiselerden bir tanesini naklediyordu. Anlatılan hikayede kendisinin çilingir olduğunu ve uzun yıllardır Avusturya’da çalıştığını ifade ediyordu. Her hafta işyerinin bulunduğu bölgedeki karakoldan gelen polislerin, resmi izin almak suretiyle kendisini özel meskenlerin kapısının açılması için götürdüklerini söylüyordu. Gittikleri evlerin hemen hemen hepsinde, günler önce vefat etmiş yaşlıların cesetleriyle karşılaştıklarını anlatıyordu. Bunların bir çoğunun yalnız yaşayan, çocukları olmasına rağmen aranıp sorulmayan, akrabaları ile diyalogları tamamen kesilmiş ihtiyarlardı. Ne arayanı ne de soranı olmadan hayata veda eden garip kalmış insanlar yani. Ölümlerinden bile evden gelen cürümüş ceset kokularının etrafa verdiği rahatsızlık  nedeniyle haberdar olunan yalnız ve çaresiz insanlar. Kitabın o bölümünde irkilmiş ve göz yaşlarıma hakim olamamıştım. Yeryüzünün en gelişmiş ülkelerinden birinde, güya medeni batıda kokusundan öldüğü anlaşılan bir ihtiyar olmak ne kadar can yakıcıydı. Empati yapmış, o yıllarda henüz Avrupa havası hakim olmayan ülkemize ve yaşlılarımızla ilişkilerimizdeki güzelliklere hamd etmiştim.

Huzurevi Bir Toplumun Huzursuzluğuna İşarettir!!

Sizi Avusturya’dan sonra birazda Almanya’ya götüreyim.Yine gurbetçilerimizden bir hikaye aktarmak isterim. Olayın nakledeni gurbetçimizin diliyle şöyle kalmış aklımda;

“O gün hemen yan binada oturan komşumuz Hans’ı çok mutlu görmüştüm.Merak ettim ve sordum. –Seni bu kadar mutlu eden şey nedir Hans? İlk defa böyle görüyorum seni, dedim. Hans cevaben “- o gün huzurevinde kalan ve aylardır görmediği çok yaşlı annesini ziyarete gittiğini, annesinin kendisinden bir istekte bulunduğunu, doğduğu mahalleyi ölmeden önce görmek istediğini söylediğini, annesini kırmayarak onu bulunduğu huzurevinden alarak, doğduğu evin bulunduğu mahalleye götürdüğünü, evi gösterdiğini, annesinin çok duygulanarak ağladığını ve kendisine teşekkür ettiğini, onu yeniden huzurevine bıraktığını ve üstelik... bu yaptığı iyilik karşılığında annesinden tek kuruş benzin ve yol masrafı olarak para almadığını, bunun için kendisini çok mutlu ettiğini...” ifade ettiğini anlatmıştı.

O dönemde sorgulamıştım. Yaşlılarını buralara bırakan bir toplum nasıl huzurlu olabilir? diye. Evlerinde tek başına ölümü bekleyen ve ölümlerinden kokan cesetleri nedeniyle haberdar olunan yaşlılar varken, huzurevinde kalan annesinden ücret almadan bir isteğini yerine getiren evlatlar bununla övünüyorken... her şeyi ile bize medeniyet projesi olarak sunulan batıdaki insanlık, bu hikayelerin neresindeydi? Bunu muhakeme ederek alameti farikamız olan bizi biz yapan İslam inancının bize miras olarak bıraktığı, büyüklere saygı ve hürmetin ne kadar büyük bir nimet olduğunu düşünmüştüm. Bu yazıyı kaleme aldığım gün, korona virüs nedeniyle paylaşılan İspanya’dan bir haber, beni bu kitapları okuduğumuz 15/20 sene evveline yeniden götürmüş ve ruhumu savurmuştu. BBC News Türkçe’deki haber şöyle idi; “İspanya’da, terk edilmiş huzurevlerinde kalan yaşlılar yataklarında ölü bulundu...” Bir yandan Alman Hans’ın huzurevinde annesini ziyaretini düşünürken, diğer yandan yirmi yıl sonra bir başka huzurevindeki acı canımı yaktı.Ölüm kaçınılmaz ama bu kadar hüzün dolu olması ne kadar acıydı. Yalnız başlarına ölüme terk edilen çaresiz insanlar. Ben merkezli bir anlayışın hakim olduğu batı ülkelerinde, ne çocuklar anne ve babalarını düşünüp onlar için fedakarlık yapıyorlardı ne de devlet, adeta gençler yaşasın diye yaşlıları gözden çıkarmaktan geri adım atıyordu. Çünkü metaryalist mantık, menfaat üzerine inşa edilmiş beyinler, güçlünün ayakta kalıp, zayıfın yok olmasını doğal bir sonuç olarak kabul ediyordu. Acımasız, merhametsiz ve insanlıktan uzak batı medeniyeti (!) buydu.

İhtiyarlarımız Başımızın Tacıdır ve Bereketimizdir!!

Batı ile ilgili teşhis koyarken, ülkemizde korona virüs kaynaklı sıkıntılar artınca, bir ölçüde bizim de insanımızın bir kısmının çirkin yüzü ortaya çıktı. Sokaklardaki yaşlıları rencide eden, onlara hakaret eden ve onları tıpkı batılılar gibi fazlalık gören bir kısım insanımızın, özellikle gençlerimizin varlığı, sosyal medyaya yansıyan videoları içimi yaktı dersem abartmış olmam. “-Yüzyıllar boyunca İslam ahlakının neticesi, yaşlılarını Allah’ın lütfu olarak gören, onlara hizmette kusur etmeyen, onları evlerinin baş köşesinde, adeta pamuklar içinde görüp/gözeten bir medeniyetin mirasçısı insanların gençleri, bir virüs yüzünden bu kadar aşağılık bir tavrı nasıl kendilerine layık görürler” anlamında bir duygusal travma yaşıyorum. Biz böyle olmamalıydık. Bunlar bizim sokaklarımızda yaşanmamalıydı. Kınadığımız batıya benzemek azap gibiydi. Halbu ki biz Rabb’imizin Kerim Kitabından şunu öğrenmiştik;

“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa, onlara öf bile deme! Onları azarlama!  İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle. Onlara merhametle ve alçak gönüllülükle kol kanat ger. "Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse, şimdi sen de onlara merhamet göster" diyerek dua et.”İsra Suresi 23/24... bu ayetteki emirden hareketle, bütün anne ve babalar bizim büyüklerimizdi ve saygıya layıktı. Yine Peygamberimiz AS.dan miras şu üç güzel sözden ilhamla, insani değerlerin zirvesi olan bir medeniyet inşa etmiştik:

Yaşlılarımıza hürmet ve ikram, Allah’u Teâlâ’ya saygıdandır.” 
“Büyüklerimizi saymayan, küçüklerimize acımayan bizden değildir.” 
“Halkı içindeki ihtiyar, ümmeti içindeki peygamber gibidir.”

Kınadığımız Batıya Benzememeliydik !!

Batı, bu manevi değerler üzerine milletini inşa eden Osmanlı’nın gücünün, silaha ve orduya dayanmaktan çok, güçlü bir toplumsal yapıya sahip olmaktan geldiğini yüzyıllar önce keşfetmişti. Bu gücün en önemli temel taşının aile olduğunu tespit etmiş ve bunu seyahatnamelerine işlemişti. Aile içindeki büyüklere ve yaşlılara saygının inanılmaz boyutta olduğunu gözlemlemişti. Evdeki ve sokaktaki bir yaşlının, kimi zaman adaleti kimi zaman mahalleyi ve tecrübesiyle toplumu ayakta tutan en önemli figür olduğunu anlamıştı. İşte yüzyıllar boyunca bizi biz yapan temel gücümüz buradan filizlenmişti.

Bütün bunlar gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti. Osmanlının son dönemlerinde zaruri ihtiyaç olması nedeniyle açılmışsa da, huzurevi kavramı yoktu. Çünkü toplumun ihtiyarları, toplumun baş tacı idi. Hayıflandım. Neredeydi Osmanlıdaki ailenin ve toplumun en saygı değer unsuru yaşlı, neredeydi bir virüs yüzünden başına zorla kolonya dökülen, caddelerde azarlanan, ağzına zorla maske takılan, hakaret edilen yaşlı. Böyle olmamalıydık. Evet, büyüklerimizde hastalığın yayılmaması için kendilerine usulünce tavsiye edilen kurallara uymalıydı ama, bunun anlatılması bu kadar hoyratça olmamalıydı.

Hüzünlüyüm. Kınadığımız şeylerle imtihan olmaktan korkuyorum. Merhametini kaybeden bir millet olmaktan endişeliyim. Gençlerimizin, ben merkezli bir hayatı batıdan rol model olarak almalarından, kendinden başkasını düşünmeyen bir ahlaka kaymalarından sıkıntılıyım. Belki daha ilerisi, insanımızın anne/babasının öldüğünü komşu telefonundan gelecek “evinizden kötü bir koku geliyor” sesinden öğrenmelerinden kaygılıyım. Her şeyden önce bu yanlışlara düşme ihtimali olan gençlere hatırlatmak isterim ki; yaşlılık, Allah ömür verirse size de var. Unutmayın ki; insan gençliğinde ektiğini, yaşlılığında biçiyor. Yarın ne görmek istiyorsanız, bugün onu yapın ve yaşayın. Bugün yaşlılar virüsten ölüyorlar ise siz daha hayatınızın başında sevgiyi, şefkati, merhameti, empatiyi kaybederek bedenen yaşayan ama ruhen nefes almayan ölülere dönebilirsiniz. Kendinize gelin ve bunu yapmayın ne olur.24/03/2020

 

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri