Hüseyin Fındıkçı

Afrika & Tanzanya ve Düşündürdükleri -2-

        Tanzanya yapı olarak Afrika'nın en gelişmiş, özgürlüğüne ilk kavuşan ülkelerinden biridir. İngiliz sömürüsü oldukları için halkın tamamına yakını İngilizce konuşabiliyor. Dini duruma gelince %80 Müslüman %15 kabile dinleri ve %5 Hristiyan iken maalesef misyonerlik faaliyetleri o kadar artmış durumdaki, bugün Hristiyan nüfusu %40’a çıkmış, Müslüman nüfus %40 inmiş, geriye kalan%20 ise kabile dinlerine inanıyor.

         Tanzanya'yı gezip gördüğünüzde köyler de bile çok lüks yapılı kiliseler varken hemen yanı başında harabe bir mescit görürsünüz. Bazı yerlerde muz dalları dikilip arası çamurla doldurularak yapılmış camilere de şahitlik ediyorsunuz.

         Afrikalı bir kardeşimizin “-Bizim sizin gönderdiğiniz gıda yardımlarına ihtiyacımız var ama asıl ihtiyacımız kalbimizin, ruhunuzun ve aklımızın doyurulmasıdır. Gelin buraya okul, medrese ve cami açın. Misyonerlere karnı tok ruh aç bir Müslüman topluluk bırakmayın. Eğer ruhlarımızı doyurursanız bu kardeşlerimizin tekrar eski günlerde olduğu gibi "Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılın; bölünüp, parçalanmayın." ayetine inanan Müslüman topluluklar günden güne artacak inşallah.” sözlerinde değindiği gibi gıda dışında eğitim yatırımları önem arz ediyor.

        Tabii yapılan gıda yardımları, zekatlar vb… yardımlar küçük görülmemeli. Bu yardımlar Afrika ile Türkiye arasında gönül köprüleri kuruyor. Bu köprüler üzerinden rahmet, merhamet ve kardeşlik duyguları harekete geçiyor. Buradaki Müslümanlar hala bazı bölgelerde Sultanımız İkinci Abdülhamit Han'a hutbelerinde dua ederek, manevi bağlarını devam ettirmeye çalışıyorlar. “-Neredeydiniz? Biz sizi bekliyoruz” diyerek üzerimizdeki yükün sorumluluğunu bize hissettiriyorlar.

          Bu sözler şunu gösteriyor. Biz şanlı bir ecdadın yazdığı şanlı tarihi okuyup, okuduğu ile amel etmek zorunda olan torunlarıyız. İnşallah okuduğunu idrak eden, amel eden, amelleriyle insanlara faydalı olan kimselerden oluruz.

           Somali'den sonra Tanzanya'da da şahit olduğum manzaralar üzerinden gördüğüm o ki, Avrupa'nın zenginliğinin asıl sebebi Afrika'yı sömürmek. Bunu net olarak görebiliyorsunuz. İngiliz bir yazar yayınladığı "Afrika fakir değil, zenginliğini biz çalıyoruz" adlı makalesinde, resmiyette kapanan sömürge çağının şirketler ve yerel işbirlikçiler eliyle halen nasıl devam ettiğini gözler önüne seriyor. Yüksek kredilerle borçlandırılan devletler kontrol altına alınıyor. Örneğin yol ve altyapı için borçlandırılan Mozambik aldığı 1 sterlin borç için 21 sterlin ödüyor. Bu ödeme dengesinin imkansız olduğunu ve bu durumun bir nevi köleleştirme aracı olarak kullanıldığını herhalde söylemeye gerek yok. Rabb’imiz kara kıtanın ve ümmetin akıbetini hayır eylesin.

          Ahtapot gibi her tarafını sarıp sömüren Avrupa'nın, Hristiyan nüfusun gitgide artmasına neden olan misyonerlik faaliyetlerinin tahakkümünden, Afrika'nın nasıl kurtulabileceğini kara kara düşünürken aklımıza şu güzel Afrika atasözü geliyor. “Sular yükseldikçe balıklar karıncaları yer, sular çekildikçe de karıncalar balıkları yer.” Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmemelidir çünkü kimin kimi yiyeceğine suyun akışı karar verir. Vesselam…

Hüseyin Fındıkçı

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri