Allah'ım Bizi Bütün Günahlardan Arındır!

RAMAZAN GÜNLÜĞÜ 25

                                                                                                    Hazırlayan Mustafa KÜÇÜKTEPE

Bir Ayet: Mescidlerde itikafta olduğunuz zamanlarda onlara (kadınlarınıza) yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, (sakın) onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar. (Bakara 187)

Bir Hadis: Ebû Hüreyre (r.a.) der ki: “Resûlullah, her Ramazan on gün itikâfa girerdi. Vefat ettiği sene ise yirmi gün itikâf yaptı.” (Buhârî, İtikâf, 17. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Savm, 78; ibni Mâce, Sıyâm, 58)

Bir Konu: İtikaf, Sözlükte “hapsetmek, alıkoymak; bir yere yerleşmek, oraya bağlanıp kalmak” anlamlarındaki akf kökünden türeyen i‘tikâf, bu mânaları yanında kişinin kendisini sıradan davranışlardan uzak tutmasını, fıkıh terimi olarak da ibadet amacıyla ve belirli bir şekilde camide kalmasını ifade eder. İ‘tikâfa giren kimseye mu‘tekif veya âkif denir.

İ‘tikâfın meşruiyeti Kur’an ve Sünnet ile sabittir. “Mescidlerde i‘tikâfta bulunduğunuz zaman kadınlara yaklaşmayın” (el-Bakara 2/187) meâlindeki âyetle Hz. Âişe’nin, “Resûl-i Ekrem ramazanın son on gününde i‘tikâfa girerdi. O bu âdetine vefatına kadar devam etmiştir. Sonra onun ardından hanımları i‘tikâfa girmiştir” (Buhârî, “İʿtikâf”, 1; Müslim, “İʿtikâf”, 5) şeklindeki rivayeti bunun delillerini teşkil eder. Allah’a tam bir teslimiyet içerisinde ibadet ve taatte bulunmak amacıyla zamanının belirli bir kısmını ayırması ve bu esnada meşrû bile olsa her türlü nefsânî ve şehevî arzulardan uzak durması kişinin mânen olgunlaşması için önemli vesilelerden biridir. Zorunlu ibadetlerin yanı sıra nâfile ibadetler de bu konuda önem taşımakta, dinî duygu ve düşüncenin yoğun bir şekilde yaşandığı, mümkün olduğu ölçüde maddî ilgilerden uzaklaşarak yüce yaratıcıya yönelinen bir ortam insana derin bir mânevî ufuk ve imkân sunmaktadır. Bu bakımdan i‘tikâf yalnız İslâm ümmetine has bir ibadet olmayıp vahiy geleneğine sahip hemen bütün dinlerde muhtelif şekillerde gerçekleştirilen köklü bir gelenektir; İslâmî öğreti içinde de Hz. İbrâhim ve oğlu İsmâil zamanından beri devam edegelen bir sünnet olarak bilinir. Nitekim, “İbrâhim ve İsmâil’e: Evimi onu ziyaret edenler, ibadet için orada kalanlar (âkifîn), rükû ve secde edenler için tertemiz tutun diye ahid -emir- verdik” (el-Bakara 2/125) meâlindeki âyet bir yönüyle buna işaret etmektedir.

Vâcip, sünnet ve mendup (müstehap) olmak üzere üçe ayrılan i‘tikâf çeşitleri arasında özellikle i‘tikâfı bozan şeylerle süre açısından bazı farklılıklar bulunmaktadır. İ‘tikâf fakihlerin çoğunluğuna göre sünnet, bazılarına göre ise menduptur. Sünnet olduğunu söyleyenlerin bir kısmı i‘tikâfı her zaman müekked sünnet görürken diğerleri Resûl-i Ekrem’in uygulamasından hareketle ramazanda, özellikle de bu ayın son on gününde sünnet-i müekkede niteliği kazandığını belirtirler. Ayrıca Hanefî mezhebine göre i‘tikâf sünnet-i kifâye grubunda yer aldığından bazı müminlerin bu ibadeti yerine getirmesiyle sünnet ihya edilmiş sayılır. İ‘tikâf adanması halinde vâcip olur.

İ‘tikâfın sahih olabilmesi için i‘tikâfa giren kimsenin cünüplük, hayız ve nifas gibi hallerden temizlenmiş bulunması ve i‘tikâf için niyet etmesi şarttır. İ‘tikâf için bulûğ şart olmayıp ibadet ehliyetine sahip olmak, yani temyiz çağına ulaşmak yeterlidir. Ayrıca Hanefîler’e göre sadece vâcip olan i‘tikâflarda oruç tutmak şart iken Mâlikîler’e ve Ca‘ferîler’e göre müstehap olan i‘tikâfta da oruç şarttır. Şâfiî ve Hanbelîler ise i‘tikâfın hiçbir çeşidinde orucu şart kabul etmez.

İ‘tikâfın camide ifa edilmesi gerekir. Hanefî ve Hanbelî mezheplerine göre cuma kılınan camilerde i‘tikâfa girmek daha faziletli olmakla beraber cemaatle beş vakit namaz kılınan bir mescidde i‘tikâfa girmek de sahihtir. Mâlikî ve Şâfiîler’e göre ise i‘tikâf herhangi bir mescidde sahih olmakla birlikte kendisine cuma farz olan kimsenin bir hafta veya daha çok bir süre i‘tikâf yapmayı adaması halinde cuma kılınan bir camide i‘tikâfa girmesi gerekir. Ca‘ferîler’e göre i‘tikâf cuma namazı kılınan bir camide ifa edilmelidir. Öte yandan çoğunluğa göre kadınların da erkekler gibi i‘tikâfa camide girmeleri şarttır. Hanefî fakihleri onların evin münasip bir yerinde i‘tikâfa girmelerini tercih etmiştir.

Bir adaktan dolayı değilse i‘tikâf ramazanda ve ramazan dışında olabileceği gibi belirli bir süreye de tâbi değildir. İ‘tikâf niyetiyle camide birkaç saat veya birkaç gün kalmak yeterlidir. Mâlikîler’e göre sahih bir i‘tikâfın en az süresi bir gün, bir gecedir. Diğer mezhepler çok kısa bir süre durmayı yeterli görmekle birlikte en az bir gün kalmayı tavsiye etmişlerdir. Ca‘ferî mezhebine göre mendup i‘tikâfa başlayan kimse iki gün geçmeden istediği zaman i‘tikâftan çıkabilir; iki gün i‘tikâfta bulunan kişinin bunu üç güne tamamlaması vâciptir. Adak i‘tikâf ise üç günden aşağı olmaz. ( https://islamansiklopedisi.org.tr/itikaf )

Bir Peygamber: Hz. İsa. Kur’an’da adı geçen ve kendisine kutsal kitap İncil verilen peygamber. Hz. Îsâ Kur’ân-ı Kerîm’de Îsâ, İbn Meryem ve Mesîh şeklinde zikredilen, kendisine İncil’in verildiği, Hz. Muhammed’i müjdelediği bildirilen, “Allah’tan bir ruh ve kelime” olarak tavsif edilen, ancak kul olduğu vurgulanan peygamberdir. Kur’ân-ı Kerîm’e göre Hz. Îsâ, resullerin en büyükleri olan beş “ülü’l-azm” peygamberden biridir. On beş sûrede doksan üç âyette ismi veya bir sıfatı ile zikredilmekte, ağırlıklı olarak Âl-i İmrân, Mâide ve Meryem sûrelerinde doğumunun müjdelenmesi, dünyaya gelişi, tebliği, mûcizeleri, dünyevî hayatının sonu ve Allah katına yükseltilişiyle ilgili olarak bilgi verilmektedir.

Kur’an’da hem Îsâ hem İbn Meryem hem de Mesîh olarak adlandırıldığı gibi başka isimlerle de anılmakta, ayrıca kendisine çok sayıda unvan verilmekte, yirmi beş defa Îsâ, on altısı Îsâ kelimesiyle birlikte olmak üzere yirmi üç defa İbn Meryem şeklinde geçmektedir. Mesîh kelimesi ya tek başına (en-Nisâ 4/172; el-Mâide 5/72; et-Tevbe 9/30) veya Mesîh İbn Meryem (el-Mâide 5/17, 72, 75; et-Tevbe 9/31) ya da Mesîh Îsâ b. Meryem (Âl-i İmrân 3/45; en-Nisâ 4/157, 171) şeklinde on bir yerde geçmektedir. Ancak Kur’an’daki mesîh kelimesi hıristiyanların bu kelimeye yüklediği anlamda değildir. Îsâ Mesîh diğer peygamberler gibi yaratılmıştır, bir kuldur. Ona ulûhiyyet nisbet etmek, onu rab edinmek kesinlikle doğru değildir (et-Tevbe 9/30-31). Mesîh diye nitelendirilmesinin birçok izahı yapılmaktadır (bk. MESÎH). Hz. Îsâ’ya verilen diğer isim ve unvanları şu şekilde sıralamak mümkündür: Müeyyed (el-Bakara 2/87), rûhullah (en-Nisâ 4/171), kelime (Âl-i İmrân 3/39), vecîh (Âl-i İmrân 3/45), sâlih (Âl-i İmrân 3/46), resûl (Âl-i İmrân 3/49), mübeşşir (es-Saf 61/6), münebbi’ (Âl-i İmrân 3/49), musaddık (Âl-i İmrân 3/50), âyet (el-Mü’minûn 23/50; Meryem 19/21), merfû‘ (en-Nisâ 4/158), temizlenmiş (Âl-i İmrân 3/55), göz aydınlığı (Meryem 19/26), abd (Meryem 19/30), nebî (Meryem 19/30), mübârek (Meryem 19/31), ilim veya alem (ez-Zuhruf 43/61), rahmet (Meryem 19/21).

Kur’ân-ı Kerîm’de âlemlere üstün kılındığı bildirilen (Âl-i İmrân 3/33) dört seçkin aileden biri de Hz. Îsâ’nın annesi Meryem’in mensubu bulunduğu İmrân ailesidir. Yine Kur’an’da Hz. Îsâ’nın annesi Meryem hakkında Îsâ’nın doğumunun müjdelenmesi münasebetiyle de bilgi bulunmaktadır. Kur’an’a göre Meryem, ailesinden ayrılarak kendisine tahsis edilen yerde yaşarken Allah’ın ruhunu (Cebrâil) tastamam bir insan şeklinde karşısında görünce korkudan Allah’a sığınarak ondan kendisine dokunmamasını ister. Melek ise ona tertemiz bir erkek çocuk bağışlamak üzere Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğunu söyler. Meryem’in, kendisine bir erkek eli değmediği, iffetsiz olmadığı halde nasıl çocuğu olabileceğini sorması üzerine melek bunun Allah için kolay olduğunu bildirir (Meryem 19/16-21). Sonuçta Meryem kendisine hiçbir erkek eli değmemişken Îsâ’ya hamile kalır (Meryem 19/22).

Hz. Îsâ’nın müjdelenmesiyle ilgili olarak İncil’de verilen bilgilerle Kur’an’daki bilgiler arasında benzerlik ve farklılıklar vardır. Her iki anlatımda da Meryem bâkiredir, fakat İnciller’e göre Yûsuf adlı bir kişiyle nişanlıdır. Luka İncili’nde (1/26-35) Meryem’e müjde veren melek Cebrâil ile hamile kalmasına vesile olan Rûhulkudüs aynı değildir. Kur’an’da ise Allah Teâlâ Meryem’e gönderilen melekten “bizim ruhumuz” diye söz eder ve genellikle bunun Cebrâil olduğu kabul edilir (Taberî, Câmiʿu’l-beyân, XVI, 45; Fahreddin er-Râzî, XXI, 195). Melek Meryem’e müjdeyi vermiş, daha sonra Allah ruhundan üflemiş ve Meryem Îsâ’ya hamile kalmıştır (Âl-i İmrân 3/45-46; Meryem 19/17-22; el-Enbiyâ 21/91; et-Tahrîm 66/12). Müfessirlerin belirttiğine göre Meryem’e müjdeyi getiren Cebrâil onun gömleğinin yeninden üflemiş ve Meryem hamile kalmıştır (Sa‘lebî, s. 381; Fahreddin er-Râzî, XXII, 218-219). Diğer taraftan Kur’an Îsâ’nın babasız dünyaya gelmesini Âdem’in yaratılışıyla mukayese etmektedir (Âl-i İmrân 3/59).

Meryem, Îsâ’yı dünyaya getirdikten sonra kavminin yanına döner. Kavmi, bâkire Meryem’i kucağında çocukla görünce çocuğun gayri meşrû bir ilişkinin ürünü olduğunu sanarak, “Ey Meryem! Gerçekten sen iğrenç bir şey yaptın. Ey Hârûn’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir insan değildi, annen de iffetsiz değildi” derler (Meryem 19/27-28). Bunun üzerine beşikteki Îsâ şunları söyler: “Ben Allah’ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün esenlik banadır” (Meryem 19/27-33; Sa‘lebî, s. 383-386). Kur’ân-ı Kerîm’de Îsâ’nın doğumundan itibaren tebliğ faaliyetine kadar geçen dönemle ilgili olarak sadece Meryem ve oğlunun iskâna elverişli, suyu bulunan bir tepeye yerleştirildikleri bildirilmektedir (el-Mü’minûn 23/50).

Diğer İslâmî kaynaklarda Meryem’in yanında amcasının oğlu Yûsuf b. Ya‘kūb’dan da söz edilir. Meryem’in hamile olduğunu anlayan Yûsuf bunu iyi karşılamaz, fakat daha sonra durumu anlayınca Meryem’in işlerini de kendisi yapar. Doğum yaklaşınca Allah’ın emriyle Yûsuf, Meryem’i oradan uzaklaştırır ve bir hurma ağacının altında Îsâ dünyaya gelir. Bu esnada bütün putlar yüzüstü düşer. Durumdan endişe eden şeytanlar İblîs’e haber verirler, o da Îsâ’nın doğduğu yere gelir; fakat melekler her taraftan Îsâ’yı kuşattıkları için bir türlü ona yaklaşamaz (Taberî, Târîḫ, I, 593-595; Sa‘lebî, s. 381-384).

Kur’an’a göre Allah, Îsâ’ya kitap vermiş ve onu mübarek kılmıştır (el-Mâide 5/75; Meryem 19/30-31). O İsrâiloğulları’na gönderilen bir peygamberdir (Âl-i İmrân 3/49; en-Nisâ 4/171). Bir olan Allah’a kulluğa çağırmış (el-Mâide 5/117), Tevrat’ı tasdik etmiş, bazı hususlarda onu neshetmiş (Âl-i İmrân 3/50; el-Mâide 5/46), kavmine namazı ve zekâtı emretmiştir (Meryem 19/31).

Kur’an’da Hz. Îsâ’nın doğduğundan, öleceğinden ve tekrar hayata döneceğinden söz edilir (Meryem 19/33). Ancak genel İslâmî telakkiye göre onun bu dirilişi, Hıristiyanlık’taki gibi çarmıha gerildikten sonraki diriliş değil kıyamet sonrası diriliştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’e göre Îsâ çarmıha gerilmemiştir. Yahudiler, Îsâ’nın tebliğ ettiği mesajdan hoşlanmamışlar ve onu öldürmek için tuzak kurmuşlardır (Âl-i İmrân 3/54). “Allah elçisi Meryem oğlu Îsâ’yı öldürdük demeleri yüzünden onları lânetledik. Halbuki onu ne öldürdüler ne de astılar, fakat öldürdükleri onlara Îsâ gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedir; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir sağlam bilgileri yoktur. Kesin olarak onu öldürmediler, bilâkis Allah onu kendi nezdine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir” (en-Nisâ 4/157-158). Böylece Hıristiyanlık’ta önemli bir dinî inanç olan, insanların günahına kefâret olmak üzere Îsâ’nın çarmıha gerilmesi hadisesinin İslâm’da kabul edilmediği görülmektedir.

Kur’an’da Hz. Îsâ’nın öldürülmediğini ve çarmıha gerilmediğini bildiren âyette yer alan “şübbihe lehüm” ifadesi çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Bu ifadenin şekillendirdiği İslâm geleneğine göre çarmıh ve çarmıha gerilen bir kişi vardır, fakat bu Îsâ değildir. İslâmî rivayetlere göre çarmıha gerilen kişi, Îsâ’nın yerini yahudilere ve Roma makamlarına gösteren Yahuda İskaryot’tur. Hain Yahuda tam Îsâ’yı ele vereceği sırada Îsâ’nın sûretine büründürülmüş ve Îsâ yerine çarmıha kendisi gerilmiştir. Diğer bir rivayete göre ise çarmıha gerilen kişi haçı taşıması için görevlendirilen Kirinuslu Simun’dur (Simon le Cyreneen). Bu kişinin Îsâ’nın tıpatıp benzeri olan başka bir şahıs olduğunu söyleyenler de vardır. Buna benzer bir yorum hıristiyan dünyasında da yapılmıştır. Docetler’e (Docetes = Aphtartolâtres) göre Hz. Îsâ’nın ıstırap çekmesi ve çarmıha gerilip öldürülmesi sadece görüntüdedir; aslında onun yerine bir benzeri, belki de Kirinuslu Simun çarmıha gerilmiştir. İslâmî kaynaklarda konunun ayrıntısına dair farklı rivayetler bulunmaktadır (Taberî, Târîḫ, I, 601-605; İbnü’l-Esîr, I, 226-227).

Hz. Îsâ’nın yahudiler tarafından öldürülmediği ve asılmadığı Kur’an’da açıkça belirtilmekle birlikte âkıbeti, ölüp ölmediği ve semaya ref‘inin nasıl olduğu konusu hem müslümanlarla hıristiyanlar arasında hem de müslümanların kendi aralarında tartışmalıdır. Îsâ’nın dünyevî hayatının sonuyla ilgili âyetlerde yer alan iki kavram büyük önem taşımaktadır. Bunlar “teveffî” ve “ref‘” kavramlarıdır. Âl-i İmrân sûresinde (3/55) Allah, “Ey Îsâ! Seni vefat ettireceğim (müteveffîke), seni nezdime yükselteceğim (râfiuke), seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım” demektedir. Mâide sûresinde ise Allah Îsâ’ya, “Beni ve annemi Allah’tan başka iki tanrı bilin diye sen mi dedin?” diye sorduğunda Îsâ, “Ben onlara ancak bana emrettiğini söyledim. Benim de rabbim, sizin de rabbiniz olan Allah’a kulluk edin dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onları kontrol ediyordum. Beni vefat ettirince artık onların üzerine gözetleyici yalnız sen oldun” diye cevap vermektedir (el-Mâide 5/116-117). Bu âyetlerden, önce teveffînin ve ardından ref‘ hadisesinin olacağı anlaşılmaktadır. Nisâ sûresinde yahudilerin Îsâ’yı öldüremedikleri, asamadıkları, bilâkis Allah’ın onu kendi nezdine aldığı belirtilmektedir (4/157-158). Buradan ve nüzûl-i Îsâ ile ilgili hadislerden hareketle genelde Îsâ Mesîh’in “ruh maa’l-cesed” Allah katına ref‘ olunduğu, kıyametten önce tekrar geleceği ve o zaman ruhunun kabzedileceği kabul edilmektedir. Bu görüşü benimseyenlere göre Îsâ yahudiler tarafından öldürülmemiş, Îsâ’ya benzer bir kişi çarmıha gerilmiş veya Îsâ’nın çarmıha gerildiği zannedilmiş, Îsâ semaya ref‘ edilmiştir; kıyamette tabii olarak ölecek ve genel dirilişle o da dirilecektir. Diğer taraftan Îsâ’nın öldürülmekten ve çarmıha gerilmekten kurtulduğu, fakat, “Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim” (Âl-i İmrân 3/55) âyeti gereği dünyevî ömrünü tamamlayıp vefat ettiği, ruhunun Allah katına yükseltildiği görüşü de ileri sürülmektedir. Ahmediyye’ye (Kādiyânîlik) göre haç üzerindeki zâhirî ölümü ve dirilişinden sonra Hz. Îsâ İncil’i tebliğ etmek üzere Keşmir’e gitmiş, orada 120 yıl yaşamıştır. Kabri Srinagar’dadır (EI2 [Fr.], IV, 88). ( https://islamansiklopedisi.org.tr/isa )

Esma-i Hüsna:

El-Afüvv: Kullarının günahlarını çokça affeden, affedici olan, acıyan, merhamet eden, günahları bağışlayan ve silen, kullarının işlediği günahları lütuf ve merhametiyle bağışlayan, affı ve bağışlaması çok olan anlamlarına gelmektedir.

Allahü Teala’nın 99 Esmaül Hüsna isimlerinden biri olan El Afuvv esması bir başka esmaül hüsna olan El Ğaffâr isminden daha kapsamlı ve şümullü olduğu beyan edilmiştir. Zira, Ğaffâr ismi ‘günahları örten’ anlamına gelmektedir. Afüvv ismi ise, ‘günahın karşılığı olan cezayı tamamen ortadan kaldıran ve bağışlayan’ anlamına gelir.

İşte onları, Allah’ın affetmesi umulur. Ve Allah affedendir, mağfiret edendir. (Nisa Suresi 99. Ayet)

Şayet bir hayrı açıklarsanız ya da gizlerseniz veya bir kötülüğü affederseniz, o zaman muhakkak ki Allah da affedicidir, (her şeye) kâdirdir. (Nisa Suresi 149. Ayet)

Bir de kim kendisine verilen eziyetin dengiyle karşılık verir de sonra yine kendisine zulmedilirse, elbette Allah ona yardım eder. Hiç şüphesiz ki Allah çok affedendir, çok bağışlayandır. (Hacc Suresi 60. Ayet) https://www.nukteler.com/el-afuvv-esmasinin-anlami-ve-zikri-faziletleri-faydalari/

Bu ismin zikriyle  meşgul olan kimsenin kusur ve günahları bağışlanır.kalbi nurlarla dolar.Kişi, nefsani arzu ve isteklerinden vazgeçer, gönlü huzur ve mutluluklarla dolar, ferahlar.

Her gün (156) defa zikredenlere rıza kapısı açılır.

Her şeyden huylanan ve şüphe ve vesveseden kurtulmak isteyen kimse her gün (156) kere okumaya devam etse, vesveseden kurtulur. http://mutlulugunsifresi.com/el-afuvv-esmasi-ve-zikrinin-faydalari.html

El-Afüvv, esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 156’dır.

Er-Rauf, Merhamet edici, Pek şefkatli olan, Acıması bol olan ve rahmet ve şefkatini esirgemeyen elime anlamı olarak ise mübalağa ifade eden bir sıfat olup, çok esirgeyen, çok şefkat ve merhamet gösteren anlamlarını ifade etmektedir.

Allahü Teala’nın diğer Esmaül Hüsna isimleri olan Rahman ve Rahim isimlerini de Er-Rauf ism-i şerifi ile benzer anlamdadır. Ancak Rahman isminin anlamı, bütün mahlukata ve geneldir. Rahim isminin ise.genellikle müminlere yöneliktir ve daha çok ahirette tecelli edecektir.

Allahü Teala’nın Er-Rauf esması da aynı şekilde rahmet edici, merhametli, şefkatli anlamlarına gelmekle birlikte tecellisi dünyada yaratığı kulları üzerinedir. Cenab-ı Allah’ın kulları ve yarattığı tüm mahlukatı üzerine şefkati ve acıması, merhametinin bu dünyadaki tecellisidir.

Er-Rauf esması; Allahü Teala’nın çok merhamet eden, rahmet ve şefkatini esirgemeyen, son derece merhametli, acıyan, kullarına çok merhamet edip esirgeyen anlamlarına gelmektedir.

Maddi ve manevi nimetler elde etmek için, kalbinin sevgi, merhamet, şefkat ile dolması için zikir adedi kadar her gün zikrine devam edilir.

“Allah’ın yeryüzündeki herşeyi size musahhar (emrinize amade) kıldığını görmedin mi? Ve gemiler, denizde onun emri ile akıp gider. Ve Allah’ın izni olmadıkça semanın, arz üzerine (yeryüzüne) düşmesini önler (semayı arzın üzerine düşmemesi için tutar). Muhakkak ki Allah, insanlara Rauf’tur, Rahîm’dir.” (Hac suresi 65. Ayet)

“Ya Raûf” ism-i şerifini devamlı zikreden kimsenin kalbinde rikkat, ruhunda letafet, yüreğinde şefkat ve re’fet ziyade olur. Onu her gören zalim veya cebbar her kimseyi kendine bağlar, hakkındaki zulüm ve fenalıklar icra edemez.

Her gün 286 defa “Ya Raûf” ism-i şerifini okuyan kimseyi her gören sever, kalbi ona meyleder. Bütün insanlardan şefkat ve merhamet görür. Allah’ın izniyle okuyan kimseyi herkes sever, sayar.

Beş vakit namazdan sonra 286 kere “Ya Raûf celle celâlühû” zikri okunursa okuyan kimsenin kalbi şefkat ve merhamet ile dolar, hal ve hareketleri düzelir, herkes tarafından sevilip sayılan birisi olur.

Ya Rauf ism-i şerifi, kalbinde sevgi, merhamet içinde insani duyguların yerleşmesi için 286 kere okunur.

Öfke, sinir halinde 10 kere “Ya Rauf Celle Celalühü” ve 10 kere salavat okuyan kimsenin öfkesi ve siniri sakinleşir.

Eşler arasında geçimsizlik ve uyuşmazlık durumunda her gün utarit saatinde 286 defa “Ya Rauf” esması okunursa Allah’ın izniyle sorunlar ortadan kalkar, sevgi ve muhabbet meydana gelir. Eşler arasındaki uyuşmazlığı bertaraf eder.

Allah’a karşı isyanı çok ve açık şekilde olan bir kimse okursa, Allah’ın izniyle isyandan vazgeçer, doğru yolu bulmasına bir vesile olur. https://www.nukteler.com/er-rauf-esmasinin-anlami-ve-zikri-faziletleri-faydalari/

Er-Rauf, esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 286’dir.

El Malikül Mülk, Mülkün ebedi ve tek sahibi. Mülkünde dilediği gibi tasarruf eden, dilediğini öldüren, dilediğini yaşatan, dilediği gibi var eden, dilediğini yok eden; iradesine hiç bir şeyin ve hiç bir kimsenin müdahalesi söz konusu olmayan.

El-Malikel-Mülk isminin zikrine belirtilen miktarda devam eden kimse karada, denizde ve havada her türlü kaza, bela ve felaketlerden korunur.
Beş vakit namazdan sonra 212 kere “Mâlikel-MülkYa Zü’l-Celâl-i Ve’l-İkrâm” celle celâlühû  ism-i şeriflerini zikreden kimsenin her muradı olur. İstekleri kabul olur.

“Ya Mâlikel-Mülk” ism-i şerifini zikredenin mülkü artar, fakirlikten kurtulur. Kimseye muhtaç olmaz. Mal ve kazancına zarar gelmez. Rütbe ve makamları yükselir. Halk arasında sevilen, sayılan itibarlı biri olur.

“Ya Mâlikel-Mülk” esmanın zikrine devam eden kimse maddi ve manevi olarak sağlık ve güzelliklere kavuşur.


“Melik” aynı zamanda sultan, padişah,hükümdarlar vs. gibi anlamlarına geldiği için, bu ismin zikrine devam edenler, kendilerinde başkalarının da hissettiği büyük bir güç hissedip nüfuz temin ederler saygınlık kazanırlar.

Bu ismin zikrine devam edenlerin içi ve dışı sağlık ve güzelliklere kavuşur.
Tenha bir yere tertemiz bir abdest alarak çekilip (14641) defa “YA MELİK” ismiyle zikredip arkasından samimi bir şekilde Allah Teala’ya dua eden kimsenin, yüce Allah, istek ve ihtiyaçlarını karşılar, sıkıntılarını giderir.

Özellikle dünyevi konulardan dolayı sıkıntı ve bunalımda olan ve başka da yapacak bir şeyi olmayan kimseler, akşam namazına 45 dakika kala yani tam keharet vakti girdiğinde (100) defa “Melik-i Muktedirsin Allahım! Bana yardım et ” diye dua ederse ve isteğini de Allah’a bildirirse sıkıntısı gider ve rahat ve huzura kavuşur. https://www.etkilidualar.com/malikel-mulk-esmasinin-faydalari-ve-sirri/

El Malikül Mülk, esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 212’dir.

Bir Dua: "Allâahumme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin, salâten tüncînâ bihâ min cemîil ehvâali vel âfât, ve takdî lenâ bihâ cemî'al hâcât, ve tutahhirunâ bihâ min cemî'isseyyi'âat ve terfe'unâ bihâ indeke a'ledderecâat, ve tübelliğunâ bihâ aksa'l gayât, min cemî'il hayrâti fi'l hayâti ve ba'del memâat, inneke alâ külli şey'in kadîr."

"Allah’ım! Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafâ’ya salât eyle. Öyle bir salât ki; o salât vesîlesiyle bizi bütün korku ve âfetlerden kurtar, bütün ihtiyaçlarımızı gider, bizi bütün günahlardan temizle, bizi derecelerin en yücesine yükselt ve onun vesîlesiyle bizi, hayâtta ve ölümden sonra bütün hayırların en son noktasına ulaştır. Şüphesiz sen her şeye kâdirsin."

Diğer Haberler

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Diğer Haberler