MEHMET TOPUZ

-YENİ-SORULARIN YÜKÜ…

SORULARIN YÜKÜ…

Bu haftanın köşe yazısını soru sormak ya da soruların karşılıklı beklenti alanında cevap bulmasına ve eleştiri mahiyetinden tamamen uzakta cümlenin kendi iç dinamiğini ve dünyanın beşeri yönünün geleceğine dair birkaç kelam etme niyetindeyim.

Cümleye galiba şuradan başlamak ve bir ad vermekle işe koyulmak, sonuçta bir veri oluşturabilir mi? Tabi burada gerçekçi ve gerçekçi olmayan hedeflerin insana yüklediği sorumluluğun etki alanını da iyi hesaplamak gerektiği kanaatindeyim. Çünkü cevap vermek beklenti yükünü bu anlam da artırıyor. Soru sormanın mahiyetini bilmemekten kaynaklı sosyolojik bulguların niceliksel ölçüm alanı sonuçta cevap veren ile cevap bekleyen arasında yeni bir beklenti alanı oluşturabilmektedir. Bilmek ile benimsemek arasındaki fark ne ise; sonuçta beklenti yükünün başarı olarak karşılık bulması da sonuçta bilip de; benimsenmemiş olgunun yükü olsa gerek.

Soru sormak ve bunun oluşturduğu yük alanının, cevaba yönelik dizilen her bir cümlenin karşılığında sıradanlaşmış bir alandan çıkmak, sonuçta; bilmemekten kaynaklı yeni bir alanın açılmasına da neden olabilir. Tabi burada bilinen dünya ile görünen dünya arasında anlamsal kargaşa alanı beşeriyetin beyinsel habitat alanı niteliğindedir. Konuyu nereye bağlayacağım konusunda ise; aslında bağlamak istediğim yer konunun suyunu çıkarmaktan kaynaklı, soruların yükünden; taşir-i lisan durumuna evirilmesidir.

Dünya coğrafyasında ise; beşeriyetin alıştığı dünya tarzını bilmeye olan ısrarı, soru sorma yükünden de arınmaya yönelik bir davet olacaktır. Talip olunmayan bu yük aslında savaşların ana sebebidir. Bu yük aslında bugün Filistin de; bugün Doğu Türkistan’da var olan zulüm; nasıl olsa beşeriyetin soru sorma yüküne talip olmamasından kaynaklı değil mi bir nebze? Çünkü alışılmış olması yönü itibariyle kabul gören sömürü sisteminin yanlışına dair sorulan her bir sorunun yükünü, medeniyet kavramının içerisinde cevap beklediğimiz dünya ülkelerine sormanın verdiği beklenti; geç kalınmışlığa dayalı olsa da; sonuçta cevap verecek olanın sırtında bir yüktür.

Sonrasında ise malumunuz bir algının eşiğinde, soru sorma kabiliyetinden uzakta yaşanacak olan da suçun estetikleştirilmiş halinden başka bir şey değildir. Fakat bu bir sanat kültürü de değildir. Yıllar sonra yapılan katliamlar sorulmamış olan sorunun yükünü sormak isteyenin vicdanına olan ağırlığı ile bir müzeye dönüşecektir. Sergi alanımıza hoş geldiniz gibi… Nasıl yani… Aslında şöyle dünyanın gözü önünde katledilen masumların, var olan durumuna yönelik vaktin de sorulmayan sorunun yükünü; dört tarafı kapalı taşlara yüklemekte geçmişin yükü olsa gerek… Gelecekte sormazlar mı beşeriyet neredeydi; diye? Hadi beşeriyetten bu anlamda çıkmayan sorunun yerine; insanlar neredeydi; denmez mi?

Yaşadığımız dünya sathında bilinç endüstrisine dayalı endüstriyel ürünlerin hali ve yapısı değişmektedir.  Bugün Batı sen düşünme; sen alışılmış tarzda konfor alanından çıkma mı; demek istiyor? Ya da hadi sen sosyal medya da takıl; vaktiyin bir kısmını değil daha fazla bir kısmını harcayarak geçir. Galiba soru sorma yükünden uzaklaşmak isteyen insanın mazeretlerine 21. Yüzyılda bir yenisi daha eklendi. Burada Fransız şair; Villon’un; kendi yaşadığı coğrafyaya ve medeniyet kalıbının beşeriyete o yüzyılda söylediği bir ifadeyi paylaşmak isterim. “Eski dünyanın yetmediği; yenisinin ise onların hepsine yaşama olanağı sağlamadığını söylüyordu.”

Görünen o ki; soru sormak sahicilik istediği kadar da bilgiye muhtaçtı. Bilginin dünya nezdinde var olan üstünlüğünü kabullenmek; soru sormamaktan kaynaklı yükün, vicdanlara olan yükü; 21. Yüzyıl da çizgisel olmayan bir macera gibi durmakta. 21. yüzyılda kaybolan insan; kentlerde kendi yitiklik duygusunu ararken; soru sormakta nereden çıktı; diyebilir? Çünkü alışılmış dünya insanın konfor alanına evrildi. Sağlıcakla kalın.

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri