HAŞİM AKIN

-YENİ- MÜSLÜMANIN AYRILMA AHLAKI

MÜSLÜMANIN AYRILMA AHLAKI

            Ahlak kavramı Müslümanın ya da herhangi bir insanın hayatının sadece bir bölümünü kapsamaz. Örneğin ticaret ahlakı, aile ahlakı, komşuluk ahlakı gibi kavramlar; ahlakı sadece bir alana sınırlandırmaz. Böyle bölünmüş farklı kavramlarımız olsa da bir Müslüman, hayatının her yerinde ahlaklıdır.

            Tüm buna rağmen parçalayarak yediğimiz ve erittiğimiz bu hayatta bugün “Müslümanın ayrılma ahlakı” diye bir kavramdan bahsetmek istiyorum. Belki de bir kısım okuyucu kardeşlerime ilginç ve anlamsız gelecek bir tartışmadır.

  Müslümanlar; evlilik, iş ortaklığı, komşuluk, bir kısım sosyal faaliyetler gibi birçok sebeplerle bir araya gelirler. Bu beraberliğin ilk zamanlarında -Anadolu'nun biraz da argoca ama arifane deyimiyle- “cicim ayları” yaşarlar. Yani çok güzel duygularla beraberlik oluşur. Karşılıklı gülümsemeler, tatlı söz ve iltifatlar arka arkaya dizilir. Bu güzel anların hiç bitmeyeceği sanılır. Lakin zamanın birinde beklentiler değişebilir. Tarafların biri veya ikisi de beklentileri karşılamayabilir. Aslında beklentilerin karşılanmamasından daha çok beklenti çıtasının yükseltilmesi söz konusudur. Zira karşı taraftan beklentiniz ne kadar çok olursa sükûtu hayale uğrama şansınız o oranda artacaktır.

 Diyelim ki iki genç delikanlı evlendirdiler. Ama bir süre sonra yanlış tanıdıklarını, yanlış tanımladıklarını veya yanlış tanımlandıklarını fark edip ayrılmaya karar veriyorlar. Bu kararın sonucunda birbirlerini rencide ederek toplum içinde mahcup olacakları bir konuma düşürerek ayrılmak; maalesef ki bizim toplumun bir alışkanlığı olmuş. “Ondan intikamımı almalıyım, Ona hayatı zindan etmeliyim, Onu pişman etmeliyim…” anlayışı işi berbat ediyor. Medeni ve insani ölçülerde “İyi niyetlerle bir araya geldik ama maalesef anlaşamadık. Öyleyse ikimizi de üzmeden bir çözüm bulalım” diye bir anlayış gelişmiyor. Oysaki çevremizde bulunan herhangi iki kişinin ilişkisi kadar arada bir mesafe koymak ne güzel olurdu. Bunun yerine diğerinin yüzüne bakılamaz bir hale getirmek kimseye fayda sağlamaz.

Boşananiki Müslüman da “Biz bir süre evli kaldık. Birbirimizin çok özel sırlarına vakıf olduk. İlave olarak bizi hala birbirimizle irtibatlandıracak çocuklarımız var. Mademki ayrılacağız, bundan sonra birbirine yabancı iki Müslüman gibi gıyabımızda hayır dua ederek ama görüşmeyerek yaşayıp gidelim” diye düşünmekten alıkoyan nedir ki?  Ben bu konuda gerçek ahlaki olgunluğun uygulamasını sadece bir arkadaşımı gördüm. Ayrıldığı eski eşi için hiçbir olumsuz cümle kullanmadı. Onun arkasında hep hayır dua ile yâd etmişti. Hastalığına ve vefatına üzüldüğüne de şahit oldum. Oysaki çok iyi iki insan da anlaşamayabilir…

 Bazen de iki kişi ortak bir iş yapmaya karar verir ve çok güzel bir başlangıçla yola çıkarlar. Kazanabilirler de kaybedebilirler de… Bugüne kadar ticari ortaklık yapıp da herhangi bir kırgınlık yaşamadan ayrılan çok az ortağı gördüm. Kişisel menfaatine tapmadan ve diğerine hayatı dar etmeye azmetmeden yapılacak o kadar çok şey vardı ki… Bu güzelliği yaşamış eski bir dostum; “Bu ortaklıktan para kaybettik. Ama ben bunun üzerine bir de dost kaybetmek istemiyorum” diyerek işi tatlıya bağlamıştı. Elbette ayrılmanın da bir ahlakı olmalıydı.  

Hele Allah rızası için, İslam'a hizmet için bir araya gelmiş, vakıf, dernek ve benzeri bir oluşumda beraber olmuş, yıllarca omuz omuza beraber yürümüş ama geldiklerini noktada herhangi bir sebeple yollarını ayırma ihtiyacı hisseden iki Müslümanın ayrılma serüvenleri çok daha acı oluyor.  Bakıyorsunuz ki sanki bunlar hiç bir araya gelmemiş. Biri diğerinin sofrasına hiç oturmamış. Birisi öbürünün gözünün içine bakıp hiç gülümsememiş. Sanki hiç bugüne kadar birbirlerine hayır dua etmemişler. Bugüne kadar hiç birbirlerine sır verip kucaklaşmamışlar…

Birden patlayan fosseptik çukuru gibi ortaya zehir zemberek sözler, ağza alınmayacak ifadeler ve suçlamalar dökülüyor. Sonra selam bile veremeyecek iki Müslüman oluveriyorlar. Ne kadar acı değil mi? Oysaki aldıkları terbiye, okudukları müktesebat, gönüllerinde taşıdıkları imanla süslü azim ve gayret;  “Kardeşim bu konuda sen öyle düşünüyorsun, ben de böyle düşünüyorum. Anlaşılan bu aradaki açıyı kapatamayacağız. Öyleyse haydi gel kucaklaşalım, helalleşelim, bu konuda ayrılalım. Ama iki Müslüman kardeş olarak başka konularda birlikteliğimizi sürdürelim” diyebilmeyi gerektirirdi.

Müslümanların kendi düşüncelerini savunmaları, sahip oldukları fikri, ilmi veya kültürel birikimlerini ortaya koymaları çok doğal bir sonuçtur. Ancak bunları İslam'ın vazgeçilmezi olarak kabul ettiklerinde, karşı tarafı kıyasıya suçladıklarında ve onu tekfir ettiklerinde hiç de Müslümanca bir tavrın sahibi olamıyorlar. Böylesi bir fikri enaniyet, sadece kendi egosunun tatminine yarıyor. Oysaki “İslam'ı en iyi kendisinin anladığı ve onun bildikleri / düşündüklerinin tartışmasız yegâne doğrular olduğu” tezine kendisi bile gülerdi. Hatta o da diğerlerini aynı sebeple eleştiriyordu. 

Ebû Hüreyre’den (r.a) rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Başka bir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde Allah Teâlâ, 7 sınıf insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır:

  1. Âdil devlet başkanı,
  2. Rabbine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç,
  3. Kalbi mescitlere sevgi ile bağlı Müslüman,
  4. Birbirlerini Allah için sevip birliktelikleri ve ayrılıkları Allah için olan iki insan,
  5. Güzel ve mevki sahibi bir kadının gayr-i meşru davetine “Ben Allah’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit,
  6. Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse,
  7. Tenhada Allah’ı anıp gözyaşı döken kişi.” (Buhârî)

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri