MUSTAFA SARI

-YENİ- KENDİ GEÇMİŞİNİ OKUYAMAYAN BİR MİLLET OLMAK

KENDİ GEÇMİŞİNİ OKUYAMAYAN BİR MİLLET OLMAK

Bu ülkede yıllardır cevabı verilmemiş bir soru var:
Neden kendi geçmişimizi kendimiz okuyamıyoruz?

Cumhuriyetin ilanından önce devletin tuttuğu bütün kayıtlar, mahkeme sicilleri, fermanlar, tapular, mektuplar, hatta mezar taşları… Hepsi Osmanlı Türkçesi ile yazıldı. Bu topraklarda yaşayan insanların yüzlerce yıllık hafızası, Arap harfleriyle yazılmış defterlerde duruyor.

Bugün Japonya’da bir tarih öğrencisi Osmanlı arşiv belgelerini okuyabiliyor.
Almanya’da, İngiltere’de, Amerika’da araştırmacılar Osmanlı Türkçesi kurslarına katılıyor.
Fakat bu toprakların evladı, kendi dedesinin mezar taşını, kendi şehrinin vakıf kayıtlarını okuyamıyor.

Bu tablo sadece bir dil meselesi değildir; bir hafıza meselesidir.
Hafızası silinmiş bir toplum, kendi geçmişiyle arasına duvar örülmüş bir toplumdur.

Osmanlıca Neden Gözden Düşürüldü?

Bugün Türkiye’de Osmanlıca bilenlerin sayısı tahminen 100–150 bin kişi civarındadır.
Yani 85 milyonluk bir ülkede, tarihini doğrudan okuyabilenler bir stadyumu bile doldurmuyor.
Bunun temel sebepleri ise açık:
Yıllarca "Eski yazıya ne gerek var?" denildi.
Tarih bir yük, geçmiş bir hantallık gibi gösterildi.
Üniversitelerde birkaç bölüm haricinde Osmanlıca ciddî bir eğitim alanı hâline getirilemedi.
Kültürel kopuş, bilinçli veya bilinçsiz şekilde nesiller boyunca devam etti.
Bu kopuşun sonucu olarak, 1920 öncesine ait her belge bizim için yabancı bir dilde yazılmış metin hâline geldi.
Oysa Osmanlıca bilmek Arapça, Farsça ya da başka bir dili öğrenmek değildir;
kendi köklerini, hafızanı, kimliğini okuyabilmek demektir.

Başkaları Okuyor, Biz Seyrediyoruz

Bugün dünyanın dört bir yanında araştırmacılar Osmanlı arşivlerini inceliyor.
Bizim adımıza bizim tarihimiz üzerine kitaplar yazıyorlar.
Bizim belgelerimizi bizim yerimize yorumluyorlar.

Biz ise ne yazık ki çoğu zaman sadece “okunanı” takip ediyoruz.
Kendi tarihimizin öznesi olmamız gerekirken, okuyamadığımız için başkalarının anlattığı tarihin nesnesi hâline geliyoruz.

Bu durumun en somut örneği mezar taşlarıdır.
Bir vatandaş, kendi dedesinin mezar taşında ne yazdığını okuyamıyorsa,
o milletin geçmişle bağı doğal olarak zayıflar

Bir Millet Geçmişini Okuyamazsa Geleceği de Bulanıklaşır

Bugün birçok gencimiz Osmanlıca kelime bile bilmeden büyüyor.
Medeniyetimizin taşıyıcıları olan kelimeler, kavramlar, atasözleri, arşivler…
Hepsi yavaş yavaş zihinsel dünyamızdan çekiliyor.
Oysa bir milletin geleceği, geçmişiyle kurduğu bağ kadar sağlamdır.
Biz ise geçmişimizi okumayı bıraktığımız için, hafızamızda kocaman bir boşluk açtık.
O boşluğu başkaları dolduruyor, başkalarının anlatıları dolduruyor.
O yüzden bugün şu soruyu sormak zorundayız:
“Bu toprakların çocukları kendi tarihini neden başkasından öğrenmek zorunda kalsın?”

Osmanlıca Öğretmeye Kim Neden Karşı Çıkıyor?

Toplumun bir kesimi Osmanlıca öğretimine uzun yıllardır direnç gösteriyor.
Bu direncin ardında çoğu zaman dilsel bir kaygı değil, geçmişin taşıdığı kimlik ve kültür korkusu yatıyor.
Çünkü Osmanlıca öğrenilirse:
Arşivler açılacak,
Tarih doğrudan okunacak,
Bilgi tekel olmaktan çıkacak,
Millet kendi kökleriyle yeniden bağ kuracak.
Belki de en çok bu yüzden bazı çevreler Osmanlıcanın öğrenilmesini istemiyor.

Son Söz: Geçmişini Okuyabilmek Bir Lüks Değil, Bir Haktır

Bizim meselemiz bir alfabeden ibaret değildir.
Bizim meselemiz kültürel hafızanın yeniden inşasıdır.
Kendi tarihinin dilini öğrenemeyen bir toplum, kendi geleceğini de başkalarının yorumuna bırakır.

Bu nedenle Osmanlıca öğretimi bir tercih değil, bir milletin hafızasını geri kazanması için zorunluluktur.

Her bireyin, geçmişine dair bir mezar taşını, bir tapu kaydını, bir mektubu okuyabilme hakkı vardır.

Bu hakkı yeniden kazanmak ise ancak cesaretle, bilinçle ve iradeyle mümkündür.

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri