ERDAL ERGENÇ

-YENİ- İŞGALİN İÇİNDEN!

İŞGALİN İÇİNDEN!

Bismillahirrahmanirrahim.

 

Yaşadığımız son elli yıl içinde materyalist dünya görüşünün beslediği, her varlığa faydacı bakış açısı ile yaklaşan modern kapitalizm, teknolojinin rüzgârını yelkenlerine doldurarak neomodern kapitalizm evresine geçti. Önceleri materyalist düşüncenin insanın dünyasından metafizik alanı çıkartarak “tanrı” olgusunu bertaraf etmesi ile başlayan işgal, işte tam da bu evreden sonra insanlığın başına bela oldu.   

Büyük bir serhoşlukla metafizik alanı düşünce dünyasından çıkaran insan farkında olmadan şehvetinin ve arzularının tutsağı oldu. Her an artan tatmin arzusu, hakkaniyet ve adalet kavramlarının tanımlarının yeniden yapılması gerekliliğini doğuruyordu.  Çünkü vicdanı ile baş başa kalan bu insan yaptıklarını meşrulaştırmak zorundaydı. Yoksa vicdanı onu rahat bırakmayacak ve yaptığı gayriinsani davranışlar kendisi ile savaşmasına yol açacak ve çok büyük ihtimalle giriştiği bu savaşta bitap düşüp aklını bir tarafa bırakacak, şehvetinin esiri olarak yaşamaya devam edecekti.

 Kendisi ile savaşında yenileceğini anlayan insan, hakikat ve adalet adına uydurduğu meşrulaştırma çabalarını artık hakikat olarak lanse edip etrafındaki insanları da bu hakikate inandırma çabalarına başladı. 

Bu meşrulaştırma faaliyetlerinin sonucu olarak ortaya çıktığına inandığım demokrasi, laiklik, milliyetçilik gibi türedi ve işgali kolaylaştıran kavramları süsleyerek “evine” girdiği coğrafyaları sömürmeye başladı.  Bu sömürü o kadar uzun sürdü ki yüzyılları buldu. Afrika kıtası, Ortadoğu, Hint Kıtası, Kuzey Asya derken kendi akraba topluluklarının fiziksel zenginliklerini, bitmez tükenmez iştahlarına ve şehvetlerine kurban etmekten zinhar çekinmediler. 

Sonra “insanlık” adına, “barış”  adına, “özgürlük” adına gerçekleştirdikleri bu zulüm furyası faş olmasın diye zihinleri işgal etmeye başladılar.  Çeşitli manipülatif desise ve algı şekillendirme taktikleri ile içine girdikleri her zihni kendi inandıkları yalana inandırmaya çalıştılar.

Batılı beyaz adam, bu savunmasız, saf ve modernizmden bihaber insanların zihinsel ve fiziksel işgalinin sürdürülebilir olması için ileri karakollar kurdu, savaşlarda yenemedikleri toplumların yöneticilerini parayla, güçle, tehdit ve şantajlarla satın alarak kendisine kul köle yaptı.

Sonrasında toplumun tüm zihinsel bariyerleri yıkıldı, sosyal kültürel alanlarına el konuldu. Eğitim, savunma ve sağlık gibi toplumun kılcallarına giden tüm ana arterler bu sömürgeci, emperyalist ve neomodern kapitalistlere sonuna kadar açıldı. Sanat, spor, televizyon, internet, sosyal medya gibi enstrümanlar kullanılarak manipüle ettikleri adalet ve hakkaniyet kavramlarının yeni tanımlarını adeta şırınga ile körpe zihinlere enjekte ettiler. Sosyal dokunun damarlarında gezen tertemiz kan gün be gün değişime uğramaya, inandığı değerlere artık inanmamaya, yerine inanılacak yeni olgular (deizm, satanizm…. ) bulmaya başladı. Değerlerini kaybeden zihin, artık batılı insan gibi düşünmeye, onların değerlerini öncelemeye, çıplaklaşmaya, pragmatist bir yaklaşımla her gördüğü nesneyi sömürmeye odaklanan ürkütücü bir yapıya dönüştü. 

Bu olanlar dünden bugüne bir anda gerçekleşen toplumsal dönüşümler değil elbette. Başka bir pencereden bakıldığında Müslüman camia da boş durmadı tabi. Asırlardır dondurulmuş durumda olan Fıkıh nehrinin önündeki düşünsel engeller kaldırılmaya çalışılmış, yeni toplumsal yaşayış biçimlerinde cevabı bulunamayan sorulara cevaplar aranmıştı. Ancak bütün bu çabalar sınır tanımayan emperyalist güçlerin yaptıklarının yanında çoğunlukla kaybolmuş ve etki alanı çok dar kalmıştı. Öyle ki bu emperyalist ve neomedern kapitalist yaklaşım Müslümanların bu çabalarını bile provoke edip yapılan çalışmaların sonuçlarını itibarsızlaştırarak İslam dünyasında ‘çokta matah olmayan çalışmalar’ olarak yansıtılmaya çalıştı. Bu ve benzeri çalışmaların İslam dünyasında tekrar hareketlendirilmeye çalışılan Fıkıh nehrinin tekrar dondurulmasına, debisinin düşürülmesine sebep olduğunu düşünüyorum.

Zihinlerimizin yüzyıllar boyu işgal girişimleri büyük ölçüde sonuç vermiş görünüyor. Batılı zihin yapısının ürettiği emperyalist literatüre göre düşünüyor, davranışlarımızı onların belirlediği kavram setlerine göre şekillendiriyor, onların bizlere dayattığı sosyo-kültürel hayatı yaşıyor, kapitalist ekonomik düzene göre kazanıyor-harcıyor, aile yapımızı batının sıradan, pragmatik, bireyselci ve minimal bir yapıya dönüştürüyor, arkadaşlık ilişkilerimizi menfaat düzleminde sürdürüyor, eğlencelerimizi, düğünlerimizi tatillerimizi batılı standartlara göre planlıyoruz. Böylece “dinden” soyutlanmış, ahiret bilinci olmayan, evrende olup biten her şeyin “bilim” ile açıklanabileceği safsatasına gerekçeler bulmak için çabalayan, “ilahi” olan insani değerlerin kaynağını değiştirerek “bilimsel” kaynaktan beslenen, dolayısıyla ahlaktan, inançtan, idealden yoksun, değişken karakterlere sahip yeni bir insan modeli ortaya çıkmış bulunuyor.

Bu insan modeli aileyi bir hapishane, toplumu hapishanenin havalandırma boşlukları olarak değerlendirip buradan her fırsatta kaçma düşüncesiyle hareket ederek özgürleşme (!) kaygısı ile yaşıyor. Kültürden ve dinden mülhem her yaşam şeklini dışlayan, alternatiflerini arayan, bu arayış sırasında hiçbir etik değeri önemsemeyen, yaratıcısına değil ama emperyalist neomodern kapitalizme teslim olmuş özgür insan (!), esaretin dayanılmaz rahatlığını yaşıyor.

İşte asırlık coğrafi-zihinsel tehcir ve işgalin sonunda geldiğimiz yer, aklımıza ve vicdanımıza takılan prangaları sözde özgürlüğümüzün nişaneleri olarak görüyor olmamızdan başka bir yer değil. Bu prangaları öyle içselleştirdik ki özgürlüğü fütursuzca harcamak, hiçbir ilişkiye değer vermemek ve “tanrıdan” olabildiğince uzak kalmak, bize uçsuz bucaksız gökyüzünde kanat çırpmak gibi gelmeye başladı.

Oysa hakikatten tehcir edildik ve amansız bir işgale maruz kaldık. Bunun sebebi düşmanımızın çok güçlü olması değil, asırlar boyu maruz kaldığımız duygusal işgalin bıraktığı yorgunluk ve yılgınlıktı. Zihinlerimiz, her hücresine kadar işgal edilmiş durumda. Bu işgalin farkında olup hakiki özgürlük mücadelesi içinde olmak, bence büyük bir şeref ve onurdur.  Büyük bir farkındalık, muhteşem bir özbilinç ve takdir edilesi bir şuur seviyesidir. Bu tehcir ve işgalden nasıl kurtulacağız sorusunun cevabı, bir sonraki yazımızın konusu olsun inşaAllah.

Yaşamak zorunda bırakıldığımız işgalin içinden, özgürlük mücadelesi veren herkese selam olsun.

                                                                                                                   Erdal ERGENÇ

                                                                                                                     20-07-2025

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri