Zekatların Dağıtılacağı Yerler

Ayetteki Toplanan Zekâtların Dağıtılacağı Sekiz Sınıf

Bir Ayet: "Zekâtlar ancak fakirlere, yoksullara, zekâtların toplanmasında görevli memurlara, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlara, kölelere, borçlulara, Allah yolunda cihâd edenlere ve yolda kalmışlara verilir. Allah’ın bu konudaki kesin emri ve taksimi böyledir. Allah her şeyi hakkiyle bilen, her işi ve hükmü hikmetli ve sağlam olandır." (Tevbe, 60)
 
Bir Hadis: " Yalnız iki kişiye gıpta edilir. Biri, Allâh’ın, mal verip hak yolunda harcamaya muvaffak kıldığı kimse; diğeri de, Allâh’ın, kendisine ilim verip de onunla amel eden ve bunları başkasına öğreten (yâni ilmini infâk eden) kimsedir.” (Buhârî, İlim, 15)
 
Bu âyette toplanan zekâtların dağıtılacağı sekiz sınıf şöyle beyân edilir:
 
Birinicisi; fakirler: “Fakir”; muhtaç olan, kendi geliri asli ihtiyaçlarına yetmeyen, zaruri ihtiyaçları için başkalarına bağımlı olan kimselerdir. Fizikî bir sakatlık, yaşlılık sebebiyle veya geçici olarak fakir düşmüş kimseler, ya da işsizler, yetimler, dullar gibi yardım edildiğinde kendi kendilerini idare edebilecek hale gelen fakirler bu gruba girer. Bunlar az bir gelire sahip de olabilir, böylece fakir ve muhtaç durumda olduğunu gizleyebilirler ve cahiller onları zengin sanabilirler. Bunlar hakkında âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
 
“Vereceğiniz zekatlar, öncelikle kendilerini Allah yoluna adayan, bu sebeple yeryüzünde maişet için dolaşma imkânı bulamayan fakirler içindir. İffet ve hayaları sebebiyle halktan bir talepte bulunmadıklarından cahiller onları zengin zanneder. Sen ise onları sîmâlarından tanırsın. Hele yüzsüzlük edip de insanlardan ısrarla bir şey istemezler. Hayır olarak her ne verirseniz, Allah onu elbette bilir.” (Bakara 2/273)
 
İkincisi;yoksullar: Bunlar, fakirlerden daha bir sefalet içinde bulunan düşkün, âciz ve zillet içindeki kimselerdir. “Yersiz yurtsuz, evsiz barksız yoksul ve kimsesizler” (bk. Beled 90/16) âyetinin de işaretiyle, dışarıdan bakıldığı zaman yoksulluğu belli olan kişiler demektir.
 
Zekâtlar öncelikle böyle fakir ve yoksuların hakkıdır. Onlara verilmelidir. Aşağıda geleceği üzere diğerlerine de yine onların menfaati sebebiyle veya fakirlik ve ihtiyaçları dolayısıyla verilecektir.
 
Üçüncüsü; zekâtla ilgili çalışan memurlar: Zekâtın toplanması, biriktirilmesi, kaydedilmesi, muhafaza edilmesi ve dağıtılması gibi zekâtla ilgili bütün işlerde çalışan memurların ücretleri zekâttan verilir. Bu onlar için bir sadaka değil, yaptıkları hizmetlerin ücreti olur.
 
Dördüncüsü; müellefe-i kulûb: Bunlar, kalpleri İslâm’a ısındırılmak istenen kimselerdir. Resûlullah (s.a.s.)’in uygulamalarına bakıldığında bunların üç grup olduğu görülür:
 
  Bunların bir kısmı bazı azılı kâfirlerdir. Peygamberimiz, bunların şerlerini defetmek ve müslümanlara eziyetlerini önlemek, diğer kâfirlere, müşriklere ve zekât vermek istemeyenlere karşı çıkmalarını sağlayıp İslâm tarafını tutmalarını temin etmek için böyle ihsan ve yardımlarla kendilerini İslâm’a meyilli kişiler yapardı. Rivayetler değerlendirildiğinde, Efendimiz’in bunlara farz olan zekâtlardan değil de ganimetlerin kendi payına düşenlerinden verdiği yönündeki görüş daha ağır basmaktadır.
 
Bir kısım kabile reisleri ve ileri gelen kimselerdir. Allah Resûlü (s.a.s.) bunlara bol bol ikram ve ihsanda bulunur, kendi kabilelerinden İslâm’a girenlere eza ve cefa etmelerini önlemeye çalışırdı. Kendilerinin ve emrindekilerin İslâm’a girmeleri ve İslâm’da sebat etmeleri gibi bir takım İslâmî maksatlar ve maslahatlar gözetilirdi.
 
  Bir kısmı da İslâm’a yeni girmiş, niyetleri ve iradeleri henüz iyice pekişmemiş olan zayıf karakterli kişilerdir. Fakir ve muhtaç olmasalar da kalpleri iyice İslâm’a ısınsın, imanları pekişsin ve İslâm'ı iyice benimsesinler diye özellikle fazla fazla ikram ve ihsan görüyorlardı.
Beşincisi; köleler: Zekâtın bir kısmı da köleleri özgürlüğe kavuşturmak için harcanır. Bu da iki şekilde olabilir: Birincisi, efendisiyle belirli bir miktar para ödendiğinde özgür kalmak üzere anlaşma yapan kölenin bu parayı ödemesine yardımcı olunur. İkincisi ise İslâm devleti kölenin özgürlüğünü satın alıp, daha sonra onu serbest bırakabilir. Birinci yol hakkında görüş birliği, ikinci yol hakkında ise görüş farklılığı vardır.
 
Altıncısı; borçlular: Para kazansın veya kazanmasın, gerçek anlamıyla yoksul olsun veya olmasın tüm borçlarını kendi servetinden ödediğinde fakir düşecek olan borçlulara da zekât fonundan yardım yapılabilir. Bir kısım âlimlere göre, zekâttan yardım yapılamayacak tek borçlu, müsrif kimse veya haram işlerde para harcayarak borca giren kimsedir. Bu tür kimseler ancak tevbe ettiklerinde yardım yapılabilir.
 
Yedincisi; Allah yolunda çalışanlar: Âyette geçen ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  (fî sebîlillâh) “Allah yolunda” ifa­desiyle, fakihlerin çoğunluğuna göre Allah yolunda bilfiil savaşanlar yanı sıcak savaşa katılanlar kastedilmiştir. Bir kısım İslâm âlimlerine göre ise bu fasıl­dan, hac ve umre yapanlara, ilim tahsiliyle meşgul olanlara zekât verilebilir, hatta cami, okul, hastane yapımı gibi işleri üstlenmiş hayır müesseselerine ödenek ayrılabilir. Günümüz İslâm âlimlerinin birçoğu, âyetteki bu ifadeyi İslâm’ın ve müslümanların menfaatine olan her türlü faaliyet şeklinde anlamaktadırlar.
 
Sekizincisi; yolda kalmış olanlar: Kendi vatanında iken yardıma muhtaç olmasa bile yolculara zekâttan pay verilebilir. Çünkü o mallardan istifade imkânı yoktur. Yine memleketlerinde mal ve mülkleri olduğu halde çeşitli baskılar­la orayı terketmek zorunda kalan mültecilere ve kalacak yeri, oturacak evi olmadı­ğı için ortalıkta kalmış olan kimselere de zekât gelirinden pay ayrılabilir. Ancak dinen günah olan niyetlerle yapılan yolculuklar bu âyetin şumulü dışında tutulmuştur.
(Ömer Çelik Tefsiri)

Diğer Haberler

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Diğer Haberler