- 30 Mayıs 2025 - KUDÜS'E AĞIT ŞİİRİNİN EVLAT EDİNME HİKAYESİ
- 23 Mayıs 2025 - MESCİD-İ AKSAY'A AĞIT !
- 07 Mayıs 2025 - HİNDİSTAN-PAKİSTAN SAVAŞI İNSANLIĞIN SONU OLABİLİR Mİ ?
- 29 Nisan 2025 - YÂSÎN SAHİBİ OLMAK… KAVMİNİN KURTULUŞU İÇİN BEDEL ÖDEMEK…
- 22 Nisan 2025 - KUR’ÂN’IN KISSALARLA YÜKLEDİĞİ SORUMLULUK
- 18 Nisan 2025 - YASİN SURESİ VE MARANGOZ HABİB’İN MESAJI
- 11 Nisan 2025 - HAYATIN MERKEZİNDE BİR PEYGAMBER
- 26 Şubat 2025 - MAKİNALARIN ÖĞRENME SERÜVENİ: YAPAY ZEKÂ
- 17 Şubat 2025 - YAPAY ZEKA, TEHDİTİ Mİ, FIRSATI MI?
- 10 Şubat 2025 - SIRADANLAŞMAK
- 01 Şubat 2025 - HAYALİNDE KUDÜS OLMAYANIN İMANINDAN ŞÜPHE EDİLİR
- 26 Ocak 2025 - KUDÜS, MESCİD-İ AKSA BİZİ İLGİLENDİRİR Mİ?
- 19 Ocak 2025 - KIRILMA NOKTASI GAZZE

MUHAMMED ŞAMİL GENÇOSMANOĞLU
-YENİ- KUDÜS’E AĞIT ŞİİRİ TAHLİLİ
KUDÜS’E AĞIT ŞİİRİ TAHLİLİ
"Beni sonbaharda asın,
Geceleri son kez örtün üstüme.
Kara kışa yüzüm dönük uzatın,
Baharı görmeden gitti desinler.
Kabristandan uzak olsun mezarım,
Ölülerden ölü değil desinler.
Bir kelepçe takın mezarıma,
Özgürlüğe kurban gitti desinler.
Sapanımı çocuklara gösterin,
Lastiği yıpranmış, kopmuş desinler.
Aksâ’ya uçurduğum kuşlar dönerse,
Özgürlükten haber geldi desinler."
Bu şiir, sadece bir toprak parçasının değil, tüm Müslümanların ortak vicdanının sesidir. Mescid-i Aksâ, sadece taşlardan bir yapı değil, ümmetin onurudur. Her dize, Kudüs’e duyulan özlemi, işgale karşı direnci ve özgürlük umudunu dile getiriyor. Şair, kendi sonunu yazarken bile Mescid-i Aksâ’ya olan bağlılığını vurgular: Ölüm bile onu oradan ayıramaz.
Bugün, şiirin her kelimesi Filistin’de süren mücadelenin manifestosu gibidir. Ve bizler, “Özgürlükten haber geldi” denilecek o güne kadar bu şiirin yankısını kalplerimizde taşımaya devam edeceğiz. Çünkü Mescid-i Aksâ’ya özlem, bir toprak özlemi değil, insanlığın özgürlüğe olan inancıdır.
“Beni sonbaharda asın...” diyor bir ses. Bu bir beddua değil, bir tercih. Bu bir karamsarlık değil, bir bilinç. Mevsimlerin en hazininde ölmeyi istemek, yalnızca toprağın değil, tarihin de zamanında ağladığı bir anda düşmek demektir. Sonbahar; yaprakların döküldüğü, kuşların göçtüğü, güneşin uzaklaştığı, umutların sararıp solduğu vakittir. Ve bazı ölümler doğrudan haykırmaz kendini; sadece mevsimle konuşur. Mescid-i Aksâ’ya duyulan hasret, işte böyle bir sonbahardır: her gün biraz daha sararan, her gün biraz daha dökülen...
Geceler, merhametin gölgesi; kış ise zulmün soğuğu olarak karşılık bulur. Baharı görememek, sadece bir mevsimsel kayıp değil; siyasî ve medeniyet düzleminde beklenen adaletin, hürriyetin ve huzurun gecikmesi anlamını taşıyor.
Sonbaharın hüzünlü rüzgârlarıyla savrulan yapraklar gibi, şairin dizeleri de bir vatan hasretini, özgürlük tutkusunu ve Mescid-i Aksâ’ya duyulan derin özlemi fısıldıyor. “Beni sonbaharda asın” diye başlayan bu şiir, sadece bir kişinin değil, tüm bir halkın, bir coğrafyanın çığlığını taşıyor. Her mısra, Kudüs’ün kubbelerinde yankılanan ezanın, zincirlere vurulmuş taşların ve gökyüzüne uzanan çocuk ellerinin hikâyesini anlatıyor.
“Kabristandan uzak olsun mezarım” diyor. Çünkü o, sıradan bir ölüm istemiyor. Çünkü ölülerin arasına konulamayacak kadar diri bir ruhtur bu. Kabristan, ölülerin sessiz mahallesidir. Ama şair oraya bile gömülmeyi reddeder: “Kabristandan uzak olsun mezarım.” Neden? Çünkü o, ölülerin bile boyun eğdiği bir düzene dahil olmayacaktır. “Ölülerden ölü değil desinler”—bu, bir kimlik manifestosudur. O, ölse bile ruhu itaatsizliğini sürdürecektir.
Kabristanların düzenli sıralarına sığmaz onun davası. O, uğruna yaşanacak kadar büyük bir derdin adamıdır. Mezarlıkların dışında bir yere gömülme isteği, öldükten sonra ölümünün bir özgürlük sembolüne dönüşme arzusu taşıyor. Ölü bedenin değil, diri fikrin önemli olduğuna dair bir işaret var. Şairin istediği aslında şudur: Mezarı görenler, onun ölümüne değil, yaşarken neye karşı yaşadığına şahit olsunlar.
“Ölülerden ölü değil desinler.” Bu cümle, ruhun isyanıdır. Bu kişi, bedenen ölmüş olabilir ama fikren, ruhen ve ideallerinde diridir. O, ölmüş gibi görünen ama hâlâ yol gösteren bir kandildir. Çünkü o, sıradan bir ölümü değil, anlamla yüklü bir vedayı seçmiştir. Çünkü onun ölümü, hayatları diriltir. “Ölülerden ölü değil desinler”—Burada ölüm, fiziksel bir son olmaktan çıkar, bir dirilişe dönüşür. O sadece nefesini değil, özlemini de geride bırakır. Onun bedeni toprağa düşse de, ruhu hâlâ Aksâ’nın avlusunda nöbettedir.
Özgürlüğü için yaşarken, esaretiyle mühürlenmiş hayatlar var bu ümmette. Aksâ, zincire vurulmuş bir ölümdür şimdi. Ve bu zinciri kırmak isteyenler, kelepçelerle mezara gömülüyor. “Özgürlüğe kurban gitti desinler”—çünkü o, zincirlerle mücadele etmeyi göze almış, diz çökmemiş bir neferdi.
“Özgürlüğe kurban gitti desinler.” Bu, bir teslimiyet değil, bir meydan okumadır. Ölümün soğuk sessizliğinde bile direnişin sesi yankılanır. Ve “özgürlüğe kurban” olmak; özgürlüğü sadece istemekle kalmayıp, onun uğruna bedel ödemek demektir.
“Mezarıma kelepçe takın.” Kelepçe, zulmün sembolüdür, ancak şair onu mezarında taşıyarak, ölümün bile özgürlüğü engelleyemeyeceğini ilan eder. İslam’da “şehadet, ölümsüzlüktür.” Allah’ın davası uğruna mücadele eden şehittir, ölü değildir. Şehitler Rablerinin nezdinde diridirler, çünkü.
Kelepçe, sadece bedene vurulmaz; zihne, dile, inanca, hatta hatırlama biçimlerine de takılır. Bu bağlamda şiirdeki kelepçe, bir acı değil; şahitlik nişanıdır. Bir belgedir, tarihe kayıttır.
“Bir kelepçe takın mezarıma...” Bu, mahkûm edilmiş bir özgürlük hayalinin sembolüdür. Kelepçe, sadece elleri değil, bir ümmeti de zincirlemeye çalışanların simgesidir. Ve mezara vurulan kelepçe, ölünün değil, yaşayanların hâlâ zincirli olduğunun ilânıdır. Çünkü Aksâ hâlâ işgal altındaysa, hiçbir mezar gerçekten huzurla dolu değildir. “Özgürlüğe kurban gitti desinler...”—çünkü bazıları özgürlüğü yalnızca talep etmez; bedelini ödeyerek ona şahitlik eder.
Mezarına takılacak bir kelepçe ise sıradan bir detay değildir. O zincir, hürriyetin bedelinin simgesidir. Zincirli mezarlar, zincirsiz geleceklerin habercisidir. O, sadece özgürlük için ölmüş değildir; özgürlük uğruna zincirlenmeyi bir onur olarak taşır.
“Sapanımı çocuklara gösterin,/Lastiği yıpranmış, kopmuş desinler. ”Bu dize, insanlık tarihinin en saf ama en güçlü metaforlarından birini barındırır: Taş. Davud’un Calut’u devirdiği taştır bu. Filistinli çocukların işgal tanklarına karşı kaldırdığı umuttur. Şairin sapanı, artık bir silah değil; bir çağrıdır. Bu dizede şair, fiilen bir direnişi bıraktığını değil; onu daha diri ellere tevdi ettiğini haykırır. Ve o eller, sapanı silah değil; irade olarak taşıyacaktır.
Kopmuş lastik, bitmiş bir direnişi değil; bir nöbet değişimidir, bitkin düşmüş bir medeniyetin yeniden inşa ihtiyacını gösterir. Artık çocukların elinde yükselmeli o sapan; çünkü bir milletin istikbali çocuklarının eline emanet edilmiştir. Burada şair, çocuklara sadece bir silah değil; bir misyon bırakmaktadır.
Şiirin en çarpıcı imgelerinden biri, “sapan” ve “uçurulan kuşlar”dır. Sapan, Filistinli çocukların direnişinin sembolüdür; lastiği kopmuş olsa da, onurlu duruşu asla kırılmamıştır. Kuşlar ise özgürlüğün habercisidir. “Aksâ’ya uçurduğum kuşlar dönerse, özgürlükten haber geldi desinler” diyen şair, Mescid-i Aksâ’nın özgürleştiği günü bekleyişini anlatır. Çünkü o kuşlar, bir gün mutlaka zaferle geri dönecektir.
Bu şiir, bir vedadan çok daha fazlasıdır. Bir ölüm ilanı değil, bir yaşam manifestosudur. Şair, öldükten sonra bile itirazını sürdürür: Mezarına kelepçe takılmasını ister, kabristana gömülmeyi reddeder, çocuklara kırık bir sapan bırakır.
Mescid-i Aksâ bir mekân değil sadece. O, ümmetin kalbinde atan bir nabızdır. Bir medeniyetin simgesi, bir ümmetin mihenk taşıdır. Ve biz, onun etrafında dirilen her duyguda yeniden var oluruz. Özgürlüğü için şehit düşen her yürek, Mescid-i Aksâ’nın avlusunda yeniden ayağa kalkar.
Her şiir bir duadır, her dua bir eylemdir. Ve bu şiir, yalnızca bir ağıt değil; bir yemin, bir direniş, bir çağrıdır:
Aksâ’ya varmak için,
Önce yüreğimizdeki zincirleri kırmalıyız.
Çünkü Aksâ’ya ulaşmak,
Önce kendimizle savaşmayı gerektirir.
Henüz Yorum yok