MUHAMMED ŞAMİL GENÇOSMANOĞLU

-YENİ- HİÇ BİLENLERLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU? KİMDİR BU GERÇEK BİLENLER ?

HİÇ BİLENLERLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU? KİMDİR BU GERÇEK BİLENLER ?

“Kulun Yol Haritası: Bilgi, İbadet ve Ümit”

Yoksa o, gece saatlerinde kalkan, secdeye kapanıp, kıyama durarak daima vazifesini yapan, ahireti hesaba katan ve Rabbinin rahmetini uman kimse gibi olur mu? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Ancak temiz akıl sahibi olanlar anlar. (Zümer Suresi 9-Elmalılı Hamdi Yazır Meali)

Çok meşhur bir ayettir bu herkesçe bilinen: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Bu ayeti sadece entelektüel bir bilgi veya akademik bir bilme eylemi üzerinden okumak, ayetin ruhunu daraltmak olur. Bu soru, sadece aklın değil, kalbin işitmesi gereken bir hitaptır aslında. İslam'ın bilgiye önem verdiğini anlatan biri mutlaka bu ayete başvurur. Bilim ve teknolojinin önemi hakkında konuşan mutlaka bu ayeti okur. Bilgi edinmek, bilgi sahibi olmakla ilgili olarak Kur'an'da o kadar çok ayet var ki sayamam. İnternete girin ve arama motoruna "Kur'an'da bilgi ile ilgili ayetler" yazın ne kadar çok olduğunu fark edersiniz. Tabi ilk inen ayetin, ilk emrin “oku” olması bile yeterli. Kur’an’da “bilmek” öylesine köklü bir fiildir ki, sadece zihinsel bir eylem değil, varoluşun sebebi hâline gelir. Zira “bilmek” Kur’an’da sadece malumat sahibi olmak değildir; marifet sahibi olmaktır. Yani bilmek, eşyayı Yaratan’a nispetle bilmektir.

Amacımız bu yazıda İslam'ın "bilmek" fiiline vurgu yapmak değil. Eğer böyle bir yazı olsaydı benim tercih edeceğim ayetler Muhammed suresi 19 ve Ali İmran suresi 18. ayetler olurdu.

"Ey Muhammed! Bil ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Hem kendi günahın için, hem de mümin erkekler ve mümin kadınlar için Allah'tan bağışlanma dile. Allah, sizin gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir." (Muhammed Suresi 19-Elmalılı Hamdi Yazır Meali)

Buradaki vurguya bakar mısınız? Muhteşem… Evet bu vurgu karşısında sadece ağzınız açık bakıp kalıyorsunuz. Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur kelimesini, yani Lailahe illallah'ı, bilerek, farkına vararak söylemek… Bu “bilmek”, yalnızca dil ile ikrar değil, şuur ile idraktir. Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur kelimesi, yani Lailahe illallah, İslam'a ilk girişin şartı. Anahtar bu. Ama anahtarı bilerek çevir, İslam dairesine bilerek gir. Ne dediğini iyi bil, ağzından çıkanı kulağın duysun, ne yaptığını fark et. Bilmenin önemi ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Bu “bilmek”, yalnızca dil ile ikrar değil, şuur ile idraktir. Bu konu hakkında çok uzun yazılır ama dediğim gibi konumuz bu değil.

"Allah, melekler ve ilim sahipleri, ondan başka ilâh olmadığına adaletle şâhitlik ettiler. O’ndan başka ilâh yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Ali İmran suresi 18-Diyanet meali)

Bu ayetteki kadar bilen kişiye, ilim sahibine değer veren bir ayet yok kanaatimce, benim bildiğim kadar. Şuna bakar mısınız Allah kendinden başka ilah olmadığına bilen kişileri şahit tutuyor. Şahitlik, bilgiyle varoluş arasındaki en güçlü bağdır. Çünkü şahit olan, gördüğünü sadece nakleden değil, onunla hâl bulan kişidir. Ne muhteşem bir paye.. Bir kitap yazacaksam bu ayet üzerine yazmak isterdim. Konumuz bu da değil, biz Zümer Suresi 9. ayeti anlamaya, anlamlandırmaya ve oradan çıkarımlar yapmayı umut ediyoruz. Buradaki ayetlerdeki murâd-ı ilahîyi ancak Hâlık-ı Lâmyezel olan Mevlamız bilir. Biz sadece bizim gönül dünyamıza düşeni anlamaya çalışıyoruz. Bu yazının amacı, bilginin mahiyetini değil, Zümer Sûresi 9. ayetin bize açtığı marifet penceresini tefekkür etmektir.

Müfessirler derler ki Kur'an'ın en büyük tefsiri yine Kur'an'dır. Sonra alemlere rahmet olarak gönderilen Allah'ın elçisi Hz. Muhammed'dir(SAV). Hadislere bakışımız budur. Hangi hadis hangi ayetin tefsiridir? Hangi sünnet hangi ayetin uygulamasıdır? Bu gözle bakmak lazım hadis ve sünnete. Onun hayatı, Kur’an’ın ete kemiğe bürünmüş hâlidir. Hadis ve sünneti bu gözle okumayan, yani onları vahyin yaşanmış hâli olarak görmeyen kişi, Kur’an’ın ruhundan mahrum kalır. Hadis ve sünnetin kıymeti o kadar mühim ki, bundan mahrum olanlar tam anlamıyla Halıkımızın bizden istediği hayatı yaşayamazlar.. Ne büyük bir mahrumiyet. Allah'ımız Kur'an'ın anlaşılması ve uygulanmasını arzu etmemiş olsaydı ne diye bir elçi göndersin ki..

Kur'an'ın Kur'an'la tefsiri meselesi, Kur'an'la çok hemhal olanlar için çok kolay bir mesele. "Bütün ayetler Kur'an'la tefsir edilmiştir" çıkmaz bu ifademden çıkmaz. Bazı ayetler Kur'an'la, bazıları hadisle, bazıları da sonradan gelen ulema tarafından tefsir edilmiştir. Bazıları da tefsir edilememiştir hala.

Ben bir ayeti okuduğumda ya o ayetin içinde tefsirini ararım, o ayeti anlamaya çalışırım ya da o ayetten hemen sonraki ayete bakarım. O sayfada ararım, benim dikkat kesildiğim ayeti tefsir eden ayeti bulmak için, o surede ararım sonra. Sonra diğer surelerde izini sürerim gönlüme düşen ayeti daha iyi anlamak için.

Uzun süredir tefsir derslerine gidiyorum, kendim tefsir okuyorum. Bir kudsi hadiste: “Ben gizli bir hazine idim; bilinmek istedim, mahlukatı yarattım.” (Acluni, Keşfü'l-Hafa, II, 132) buyuruluyor.

"Ben cinleri ve insanları ancak beni tanıyıp bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zariyat suresi 56-Ömer Çelik Meali)

Birçok meâlde Zariyat 56. ayeti "kulluk etsinler diye yarattım" yazıyor. Fakat ayeti tefsir ederken "tanıyıp kulluk etsinler" diye tefsir ediyorlar. Bundan dolayı Ömer Çelik Hoca bu ayeti direkt böyle meâl verdiği için bunu tercih ettim. Kur'an'ı anlamaya çalışmak Allah'ı daha iyi bilmek içindir. Marifetullah deniyor buna. Bu manada marifetullaha ermek Kur'an'ı iyi anlamaktan geçiyor. Demek ki kulluk, bilmekle mümkündür; bilgi, marifetullahın kapısıdır. Allah’ı tanımayanın kulluğu şekilden ibaret kalır; marifetle yoğrulan kulluk ise hakikate yürür. İslam'ı iyi yaşamak için Kur'an'ı iyi anlamak diye bir şart yok aslında. Kur'an'ın tüm ayetlerini bilmeden, hepsine vakıf olmadan da İslam yaşanır. Emirler bellidir, nehiyler bellidir.

Bu yazının yazılmasına konu olan ayete dönersek: "Yoksa o, gece saatlerinde kalkan, secdeye kapanıp, kıyama durarak daima vazifesini yapan, ahireti hesaba katan ve Rabbinin rahmetini uman kimse gibi olur mu? De ki: 'Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?' Ancak temiz akıl sahibi olanlar anlar."

Bu ayette "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" kısmını, "ayet içinde ayeti anlamak" formülünde hareketle anlamaya çalışalım.

Ayetin son kısmı çok manidar; "Ancak temiz akıl sahibi olanlar anlar." Bilenlerle bilmeyenlerin farkını herkes anlayamaz demek ki. Aslında çok kolay gibi görünen bu kısım, devamında bilenle bilmeyenin farkını daha iyi fark etmenin yolunun sıradan bir akılla olmayacağını, aklın belli bir vasfa sahip olursa daha iyi anlaşılacağına dikkat çekiyor. Birçok meâl sadece "akıl sahipleri" demiş. Bir kısım meâller ise aklın niteliğini vererek meâl vermişler: "temiz akıl sahipleri", "bu gerçeği ancak kavrama yeteneği olanlar anlar", "ancak akıl ve vicdan sahipleri", "doğrusu sadece derin düşünebilen", "ancak akıl iz'an sahipleri", "akl-ı selim sahipler", "sadece derin düşünebilen akıl sahipler", "tam akıllılar" vs. Aklı sıfatlandırarak meâl vermişler. Aslında buradan anlıyoruz ki her meâl bir tefsirdir. Yani Kur'an'ın kendisi değildir, meâl verenin o ayetten anladığıdır. Her akıl sahibi değil, ancak belli özellikleri olan akıl sahipleri bu ayeti daha iyi anlar. Normal her akıl sahibi şüphesiz anlar. Ancak anlamak katmanlı bir şeydir. En düşük katmanda anlamak sadece sıradan bir akılla olabilir. Bilenlerle bilmeyenlerin farkını daha bir üstün akıl sahibi olanlar daha iyi anlayacaktır.

"Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" ayetinin baş kısmı da çok manidar: "ahireti hesaba katan ve Rabbinin rahmetini uman Rabbinin rahmetini ummak, bilginin ahlâkî teminatıdır; çünkü rahmetten kopuk bilgi, insanı Firavunlaştırır.

" Ne demek "Ahireti hesaba katmak"? Âhireti hesaba katmak, bilginin metafizik istikametidir; çünkü bilgi, nihayetinde ebedi hayatı inşa etmek içindir. Hayatın merkezine Allah'ı koymaktır, ahireti hesaba katmak.... "Yaratan da yöneten de Allah" diyebilmektir.. Bu kısımda şöyle de düşünülebilir: Ahiret merkezli hayat yaşayanlar bilirler, farkı anlarlar. Hem gerçek anlamda bilgiye ahireti merkeze alanlar ulaşır, hem de "bilenlerle bilmeyenler bir değilse, ahireti hesaba katanlarla katmayanlar bir değildir" hakikatına ulaşmış oluruz. Gerçek akıl sahipleri ahiret merkezli yaşarlar. Ayetin en başında da "geceleyin secde edenler" diyor. Dikkat edilirse ayette teheccüd ibadetiyle temiz akıl yan yana zikredilir. Bu, rastgele bir birliktelik değildir. Zira teheccüd, aklın kalple irtibat kurduğu, marifetin hakikatle buluştuğu andır. Gece secdesi, bilginin kalpte kemale erdiği vakittir."(Allah’a şirk koşan mı daha hayırlıdır,) yoksa (tevhid inancı üzere,) gece vakitlerinde, secde ve kıyam hâlinde ibadet edenler mi?" diyor. Gece namazını yatsı namazı ya da sabah namazı olarak yorumlayan müfessirler olsa da, geceyi ve gece namazını (teheccüd namazı) olarak baktığımızda teheccüd namazının fonksiyonu bir anda başka başka alanlara götürüyor. Gece kalkmak ve secde etmek, bilmenin fiilî zeminidir; çünkü hakiki bilgi, sükûnet ve seherin sessizliğinde tecelli eder. O hâlde, bilenlerle bilmeyenlerin farkı yalnızca zihinsel değil, varoluşsaldır. Gerçek bilen, gecenin sessizliğinde Rabbini anan, hayatın merkezine Allah’ı koyan, her işinde âhireti hesaba katan kişidir.

Teheccüd namazıyla ilgili ayetler var, ama burada bizim dikkatimizi çeken akıl sahibi olmakla teheccüd namazının aynı ayette zikrediliyor olması. Çok manidar değil mi?

Allah’a şirk koşan mı daha hayırlıdır, yoksa Rabbini hesaba katan ve Rabbinin rahmetini umanlar mı?

Allah’a şirk koşan mı daha hayırlıdır, yoksa gece teheccüd namazına kalkanlar mı?

Gerçek bilginin ölçüsü, insanın ne kadar bildiği değil, neyi bilerek yaşadığıdır.

Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?

Gerçek bilenler; ahiret merkezli yaşayan, Rabbinden ümit kesmeyen, gece teheccüd namazı kılan, temiz akıl sahipleridir.

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri