AV. FEVZİ KONAÇ

-YENİ- MEHMET AKİF ERSOY VE VURUN KAHPEYE!

MEHMET AKİF ERSOY VE VURUN KAHPEYE!

Hepimiz ağır bir imtihandan geçiyoruz. Aklıselim herkes görüyor ve endişeleniyor ki millet olarak büyük sosyal depremler yaşıyoruz. Arzı sallayan deprem nasıl yıkılan binalarda insan seçmiyor, zengin/fakir demiyor, sağcı/solcu ayırmıyor, dindar/dinsiz bakmıyor ve nice canların toprak olmasına sebep oluyorsa, sosyal depremlerde aynı fiili deprem gibi ayırım yapmadan kurban alıyor. Her kurban üzerinden toplumun her kesimi büyük bedeller ödüyor. Sanatçısından, emeklisine, bürokratından, siyasetçisine, garibanından, zenginine, İslamcısından, ateistine fark etmiyor. Gündüz kuşağı programlarında bu pespayeliğin ve sosyal depremin geldiği boyutu göstermesi adına ibret verici, tiksindirici hikayelere şahitlik ediyoruz. Hatta şahitlik değil bu iğrençlikler gözümüzün içine sokuluyor adeta.

Burada dikkat çekmek istediğim bir başka husus daha var. Bu sosyal depremin altında kalanların özellikle dindar, mütedeyyin, muhafazakâr aileler ve insanlar olduğunda, tabiri caizse sahne ışıkları çok daha başka tutuluyor olayların üzerine. Kızılcık Şerbeti dizisinin reyting rekorları kırmasındaki temel bakış ne ise İslamcıların (!) veya dindarların kirli çamaşırlarını dökmekten daha büyük haz duyan bir kitle var toplumda. “Bakın gördünüz mü? İşte dindarların asıl yüzü bu” demek için fırsat kollayanlar var. İslam’la, günahı yan yana getirebilmenin, bunu dindarların hatası üzerinden yapabilmenin, bu yaptıklarıyla aslında dindarlığın veya bilinçaltında İslam’ın ne kadar etkisiz ve değersiz (!) olduğunu kanıtlamanın dayanılmaz hafifliğini yaşıyorlar! Dindarların mahallesinin günah galerisini (!) açmak bu adamları çok neşelendiriyor.

Ancak bizim mahallede ara ara yaşanan bu tu/kaka işlerin, diğer mahallenin hayat tarzı olduğunu unutarak yapıyorlar bunu. Kendilerinin yaşam tarzında çok makul bir tercihin, bizim mahallede ne büyük ayıplama ve linç operasyon gerekçesi olarak görüldüğüne ibretle şahitlik ediyorsunuz. Bir fiil kötü ise neden kendi hayat tarzlarını, dindarlarda bir suçmuş gibi lanse ediyorlar bu da ayrı bir konu. Burada işaret ettiğim şeyin bir günahı savunmak olmadığı anlaşılıyor diye düşünüyorum. Kim işlemişse günah günahtır. Suç suçtur. Ama dikkat çekmek isterim ki bu tür ekstrem olayları fırsat bilerek ellerini ovuşturanlar, yanıldıklarını ve olaya yanlış pencereden baktıklarını gördüklerinde umarım iş işten geçmiş olmaz.

Son yaşanan Mehmet Akif Ersoy ve diğer spikerler olayı gösteriyor ki; mütedeyyin kimlikli insanların hata ve kusurları, olağanüstü bir iştah açıcılıkta yine cezbetti bir kesimi. İnsaflı olanları tenzih ederek söylemek isterim ki hemen hepsi olayın tüm gizli/mahrem yönlerini teşhir hazzını tatmin edecek nitelikte tepe tepe kullandılar. Detayları ballandıra ballandıra anlatarak ve ağızlarının suyu akarak, dindarların “iddialarından vurulduklarını” paylaştılar, yazdılar, çizdiler ve devam ediyorlar. Adeta bu olay üzerinden dindarlara karşı bir “Vurun Kahpeye” furyası yaşatıldı.

Peki biz ne yapıyoruz?

Bizlerde toplum olarak en kolayını seçip, olayın kahramanlarını bu ideolojik şehvetinin kurbanı, linç mahallesinin adamlarıyla birlikte günahkâr ilan ettiğimiz kişileri, failleri taşlıyoruz. Parayı, imkanı, şöhreti, makamı bulan Müslümanların nasıl savrulduklarını onlarla birlikte bizde koro halinde tekrarlıyoruz. Elbette ki bu eleştirilerin haklı olduğu vakıalar olduğu gibi bu yaşanan trajedinin girdabına girip kaybedilenler var. Bunu asla görmezden gelmiyoruz. Keşke olmasaydı ama şunu biliyoruz ki hiçbirimiz sınanmadığımız bir günahın masumu değiliz.

Peki faillerin suçlandığı şeyler ne?

İşte olayın bam teli burası; seküler hayatın tüm argümanları ve nefsi çeldiren her şey suç olarak karşımıza çıkıyor. Alkol, uyuşturucu, eroin, kokain, kumar, gayrimeşru ilişkiler, kırmızı çizginin ve kutsalın olmadığı, dünya zevklerinin her birinin güdümüne girilmiş bir hayat tarzı. Iskaladığımız şey ise şahidi olduğumuz bu olaylarda faili taşladığımız kadar fiili, günaha düşene vurduğumuz kadar günahın kendisine ve sebebine vuramıyoruz.

İslamcıların üzerine yakışmayan günah, laik ve seküler kesimin hayat tarzı olduğu için o dokunulmaz alana müdahale edemiyoruz. Karşı mahallenin İslamcılara attıkları kurşunun kendilerine işlemediği bir sistemde, biz günahkârı taşlamakla yetiniyoruz. Alkollü adamı yerden yere vururken, sarhoşluğu, işlediği suçun asıl sebebi görürken, alkole hayır, kapatılsın tekel bayileri, üretilmesin ve tüketilmesin rakı diyemiyoruz. Haramdır diyerek yasak talebini hiç dillendiremiyoruz. Milli içeceğimiz tabusuna bürünen içkiye muhalefet bile edemiyoruz. Çünkü kolay olan içeni dövmek. Çünkü rejim günahkara dokunurken, günaha dokunmaya izin vermiyor. Şayet dokunmak isterseniz meşhur duvar karşınıza çıkıyor. Özgürlükler, laiklik, demokrasi, laik/seküler hayatın dinin haramlarına itirazı vs vs…!

Onlar böyle yapıyor ama biz ne yapmalıyız, diyenlere bir hikaye ile mesaj vererek kanaatimi ifade etmek isterim. Bizim ölçümüz şu olmalı; hikayemiz şöyle…

*Müslüman günahkâra değil günaha düşman olmalı...

Ebu’d-Derdâ Hazretleri bir gün şehri dolaşırken, halkın, bir günahkâra ağır sözlerle hakâret ettiklerine şâhid oldu. Onlara sordu:

“–Siz kuyuya düşmüş bir adam görseniz, onu oradan çıkarmaz mısınız?”

Oradakiler:

“–Evet, çıkarırız!” dediler. Bunun üzerine Ebu’d-Derdâ Hazretleri:

“–O hâlde kardeşinize ağır sözler söylemeyin, size âfiyet veren Allâh’a hamd edin!” dedi.

Bunun üzerine onlar:

“–Siz bu günahkâra kızmıyor musunuz?” dediler.

Rasûlullâh SAV’in terbiyesinde yetişmiş bulunan güzîde sahâbî, bu suâle şöyle cevap verdi:

“–Ben onun kendisine ve şahsiyetine değil, günâhına kızıyorum, günâhı terk ettiğinde, o yine benim din kardeşimdir.” Diyor o güzel Peygamber AS’mın arkadaşı… O yüzden kimliğine ve ideolojisine bakmadan, her düşeni kardeş bilip üzülmek vazifemizdir.

Bu güzel hikayeden hareketle ifade edersek; bizim düşmanlığımız daha yumuşak ifadeyle muhalefetimiz, dinin üzerinde ittifak ettiği günah ve fiilleredir. Karşı mahallenin sırf İslam dininin emir ve yasakları içindeki bu tür günah kavramına muhalefeti üzerinden yaşananları okursak, nice mağdur ve düşmüş kardeşimize bir de biz tekme vurmuş oluruz. Mehmet Akifleri kurban olarak bizden alan sisteme, seküler dayatmalara düşmanlık etmek yerine kurbanı bir kaz daha kesmek ilahi rızaya muhalefettir. Seküler kesimin günaha değil de günahkara, günahkarın kimlik ve kişiliğine fatura kesme arzularının ortağı olarak kalırız. Bu bize yakışmaz ve yakışmıyor!

*(Abdürrazzâk, XI, 180; Ebû Nuaym, Hilye, I, 225)

 

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri