MUHAMMED ŞAMİL GENÇOSMANOĞLU

-YENİ- KAPİTALİST RUHUN İSLÂMÎ CAMİYA SIZMASI

KAPİTALİST RUHUN İSLÂMÎ CAMİYA SIZMASI

‘Hakkı Söylemek mi, Bağışçıyı Kırmamak mı?’

Kapitalizm Müslümanları dönüştürüyor. Menfaat ve çıkar ilişkilerinin olduğu parti, meslek örgütünde değil sadece; bu değişim, samimane niyetlerle kurulan derneklerde de bu durum kendisini göstermeye başladı.

Bugünün imtihanı, hakikatin ölçüsünü paranın terazisine koyup koymayacağımızdır. Bu cümle, sadece bir uyarı değil, aynı zamanda çağımızın ruhunu deşifre eden bir teşhistir. Çünkü paranın, yani iktisadî kudretin, yalnızca bir araç olmaktan çıkıp hakikatin kaynağına dönüştüğü bir çağda yaşıyoruz. Artık mal, mülk ve makam, haklı ile haksızı; doğru ile yanlışı; değerli ile değersizi tayin eden ölçü hâline gelmiştir. Oysa İslâm’ın bize öğrettiği şudur: Takva, sadece bir slogan değil, hayatı var eden mihenk taşıdır. Hakikati belirleyen odur; başka hiçbir şey değil.

Murphy der ki: “Hayatın altın kuralı şudur: Altını olan, kuralı koyar; kuralı koyan altını alır!”

İlk bakışta bir iktisadî ironi gibi duran bu söz, aslında çağımızın zihniyet dünyasını bütün çıplaklığıyla ortaya koyar. Çünkü mesele sadece “para” değildir; mesele, paranın meşruiyet kaynağına dönüşmesidir. Modern zamanlarda iktisadî varlık, yalnızca mübadele aracı olmaktan çıkmış; kudretin, otoritenin ve hakikati tayin etme salahiyetinin sembolüne dönüşmüştür. Bu yüzden “sosyal hayat” dediğimiz şeyin her katmanına sirayet eder.

Bu söz, her ne kadar iktisadi anlamda bir yerlerde argüman olarak kullanılıyor olsa da, sosyal hayatı da içeren yönleri var. Maalesef ekonomik anlamdaki varlığın güce dönüştüğü zamanlarda yaşıyoruz. Diyeceksiniz ki, düzen kapitalist düzen… Ne bekliyorsun ki?

Beklentimiz, kapitalizmin ilkelerine iman edenlerden değil elbette. Sözüm; üstünlüğün takvada olduğu bilincinde olan inanan insanlara. Takva tercihe bırakılan bir şey değildir. TAKVA: Korkma, sakınma, Allah korkusuyla günahtan kaçınmak, Allah'ın emir ve yasaklarına uymakta titizlik gösterme. Müslüman, “Ben takvalı olmasam da olur.” diyemez. Takvalı olmaya çalışır, olur ya da olamaz; ama en azından takvalı olmak diye bir hedefi vardır; bu apayrı bir konu. Konumuz takva değil, mesele üstünlük meselesi.

Bir Müslüman, üstünlüğün takvada değil de cinsiyet üstünlüğünde olduğuna inanıyorum derse, mesela, itikaden bir sapma içine girer. “Ben kadınım, üstünüm.” ya da “Ben erkeğim, üstünüm.” derse, burada düzeltilmesi gereken bir inanç var demektir. Ya da ırkta olduğunu düşünürse, yine itikadi bir sapma içindedir. “Ben Türk’üm, üstünüm.” ya da “Arap’ım, üstünüm.” diyorsa, sakat, yanlış, eksik bir itikat var demektir.

Takva kavramı İslami bir kavramdır. Bu kavramın içini Kur’an ve sünnet doldurur. Eğer bir kimse, takva kelimesinin içini –üstünlük meselesini– kendi indî görüşleri, şahsi fikirleri ile tanımlıyorsa, ortada ciddi bir sıkıntı var demektir. Kelime ve kavramların insan üzerinde farklı düzeyde etkileri ve hisleri olabilir; bu gayet normal. Ama asla kavramları, kendi mündemiç ettiği anlam değer dünyasından çıkaramayız, bağlamından kopartamayız. Takvanın sana göresi, bana göresi olmaz. Bunu daha açıklığa kavuşturma adına, başka bir kavramdan bahsederek vuzuha kavuşturmak istiyorum.

Burada küçük bir misal vereyim: “Tasarruf” kelimesi. Birinci anlamı, “bir şeyi dilediği biçimde kullanma yetkisi”; ikinci anlamı ise “parayı yahut herhangi bir nimeti dikkatli harcama, idareli kullanma.” Modern kapitalist zihniyete göre tasarruf, bankaya yatırılan mevduatın faizle büyümesidir. Oysa İslâm’ın değer dünyasında bu, haramdır. Demek ki kavramların içeriği, beslendikleri dünya görüşü tarafından tayin edilir. İşte “takva” da böyledir: Sadece İslâmî bağlamda anlam kazanır. Sana göre, bana göre değil; Allah’ın kelâmına ve Rasûl’ün sünnetine göredir.

Burada bizi ilgilendiren kısım 2. kısım. Elimizde nakit paramız var diyelim. Eğer biz bu parayı kapitalist bir mantıkla düşünürsek, bankaya çok rahat bir şekilde yatırabiliriz. Yatırdığımız meblağ karşısında banka bize para verecektir; buna faiz deniliyor, malum olduğu üzere. Bu işlem kapitalist sistemde akıllıca bir işken, İslam’da bu haramdır.

İslami anlamda tasarrufun çeşitleri vardır elbet; konumuz bu değil. Buradan şuna varmak istiyoruz: Her kavramın, kelimenin çıktığı, mündemiç ettiği ideolojik, fikrî ve dinî bir kaynağı vardır. Bu kavramlar, o dünyanın ürettiği değerlerdir. Hiç kimse kendi inisiyatifini kullanarak, “O öyle değil, böyledir.” diyemez. Şunu anlatmaya çalışıyorum: Üstünlük kavramını İslam, takva ile belirlemiş. Makbul insan, iyi insan, Allah’a en çok ibadet eden ve haram işlemekten çok sakınandır.

Şimdi biz bunu söylem olarak söylüyoruz. Çok güzel de, bunu yaşantımızda uygulayamıyoruz.

Konumuz, ekonomik anlamda varlıklı insanların İslami oluşumlardaki konumu. Mülk, nasip meselesidir. Çok çalışma ya da eğitim düzeyinin yüksek olması, zengin olmak için yeterli sebepler değildir. Bunların kapitali çoğaltmak için gereksiz olduğunu söyleyemeyiz. Sosyal hayatta şahit olmuşuzdur: Adam eğitimli, çok çalışkan ama ekonomik anlamda çok da zengin değil; kendini idare edebiliyor sadece. Ya da tam tersi: Adam eğitimsiz, çok da çalışkan değil ama mal varlığı çok fazla. Böyle de bir kural yok elbette. Nasipli olup da zengin olan, aynı zamanda çok zeki, çalışkan, eğitimli insanlar da vardır (ki çoğu böyledir bu arada). Birbirini besleyen unsurlardır. Gayret etmek de önemlidir tabi. “Kader gayrete aşıktır.” denir ya; bu da apayrı bir mevzu. Söz konusu mal varlığının nasıl elde edildiği değil, şu an bizi ilgilendiren.

Zengin olmak iyi bir şeydir bu arada. Övülen, istenilen bir durum, özellikle de dünyanın ahir zaman diliminde. Sermaye düşmanı da değiliz bu arada.

Bizim karşı olduğumuz nokta, sermaye sahiplerinin İslami dernek ve vakıflarda (aslında toplumun tüm kesimlerinde durum böyle, ama biz İslami cenahı konuşuyoruz) ortaya koyduğu para kadar söz sahibi olması. Yani bir insan çalışmıştır, Allah da nasip etmiştir, zengindir ve aynı zamanda da bir dernekte, İslami bir faaliyette bulunmak isteyebilir. Ama burada bu varlıklı abilerimizin parası ölçüsünde bir ağırlığı oluyor. Doğrunun ölçüsü mal varlığı mıdır? Herkes gayri ihtiyari, bu ağır abilere paralarının gücü nispetinde doğruluktan bir hisse veriyor. Amerikalıların dediği gibi: “Madem çok akıllısın, madem çok zekisin; hani paran?” Ne farkımız var o zaman kapitalist Amerika’dan?

Ağır abiyi eleştiremiyorsun; çünkü dernek binasını o almıştır. “Şu daha doğru.” diyemiyorsun; öğrenci yurdunun masraflarının büyük bir kısmını o karşılamaktadır. “O görüş yanlış.” diyemiyorsun; okulu o yaptırmıştır… Vs. uzayıp gider bu.

Bir de derneklerin ihtiyaçlarını daha ziyade yaşlı abiler, esnaftan para toplayarak karşılarlar. Para bu amcalarda olduğu zaman, onlar da yukarıdaki ağır abilerin konumuna yükselirler. Parayı onlar topladıkları için, tasarruf hakkını da kendilerinde görürler. Bu iki durumda da, ufku açık, zamanın ruhunu kavrayan genç ve mücadeleci insanları para ile döverler.

Bu tutumlar hiçbir şekilde İslami değildir. Gücü elde eden hemen tiranlaşıyor. Hani istişare, hani meşveret? Adam istişareyi, farklı düşünceler “ne diye” değil, kendi düşüncesini dayatmak için yapıyor. Sonuçta “istişare yaptık” deniyor.

Hani işi ehline verecektik. Hani istişare ile yol yürüyecektik. Hani eleştirilere açıktık. Hani “Yanlış gördüğünüz zaman beni doğrultun.” diyen Hz. Ebubekir’i, “Yanıldım, kadın doğru söyledi.” diyen Hz. Ömer’i kendimize rehber edinmiştik.

Bizim  dünyamızda para,zenginlik bir imtihan vesilesidir.Mülkün sahibi Allah’tır. O dilediğine verir,dilediğinden alır.Eğer para ,mülk güce dönüşürse, haklılık sebebine dönüşüyorsa orada o para artık  kudretin,otoritenin ve hakikatı tayin etme salahiyetinin sembolü haline dönüşmüştür. Bugün bizim asıl imtihanımız, hakikatin ölçüsünü paranın terazisine koyup koymayacağımızdır.

Hakikati takva belirler; mal, mülk, makam değil.

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri