- 02 Ekim 2025 - ÂDİL YÖNETİMİN ŞİFRELERİ
- 21 Eylül 2025 - ANA SINIFLARI VE YOGA EĞİTİMİ
- 12 Eylül 2025 - MESCİD VE İMAM
- 05 Eylül 2025 - DEĞERLER EĞİTİMİ ÜZERİNE
- 29 Ağustos 2025 - TEVHİD-İ TEDRİSAT
- 21 Ağustos 2025 - NİTELİKLİ MÜSLÜMAN YETİŞTİRMEK ZORUNDAYIZ
- 17 Ağustos 2025 - ÂLİMLER İÇİN GÖREV TANIMI VE EĞİTİM-ÖĞRETİM
- 07 Ağustos 2025 - MÜNAFIK ZİHNİYETİN HAYATA BAKIŞI
- 04 Ağustos 2025 - ADİL SİYASETÇİ OLMAK İÇİN VAHYİN EĞİTİMİNDEN GEÇMEK GEREKİR
- 28 Temmuz 2025 - ZALİMİN ZULMÜ VARSA MAZLUMUN ALLAH'I VAR
- 22 Temmuz 2025 - KUDÜS'E BİR DE BU FETVADAN BAKALIM
- 21 Temmuz 2025 - İLGİLENENLER İÇİN METODİK BİR HATIRLATMA
- 31 Mayıs 2025 - MÜRŞİD-İ KÂMİL KİMDİR?
- 09 Temmuz 2023 - Zaman Ve Mekanla Kayıtlı Olmayan İbadet; Cihad
- 19 Nisan 2023 - Kötülüklere Karşı Tavırlı Olmak İmandandır
- 16 Şubat 2023 - İhtiyaç Fazlasını Vermek
- 03 Ekim 2022 - Ailenin Selameti İçin
- 20 Temmuz 2022 - Önderlik Konumu ve Sorumluluk
- 16 Nisan 2022 - Kimse Teklif Sahibi Müslümanları Sevmiyor!
- 30 Aralık 2021 - Faiz Düzenine Nefes Aldıranlar Utansınlar !
- 26 Aralık 2021 - Faiz Kur'an ve Sünnette Haram Kılınmıştır; Faize Para Yatırmayın
- 19 Aralık 2021 - Seherleri İhya Etmenin Üzerine
- 28 Kasım 2021 - Allah Teala'ya Karşı Edepli Olalım
- 06 Ekim 2021 - Emanete İhanet Etmeyelim
- 25 Eylül 2021 - Sünneti Doğru Anlamada Dört "T"
- 13 Eylül 2021 - Ailede Din Eğitiminin Verilmemesi Çocukları Şirke Düşürebilir.
- 11 Eylül 2021 - Yoksulluk Sorununa Dinimizin Bakışı ve Çözümü
- 08 Eylül 2021 - Tasavvufta Terakki ve Zikir Kavramları

MEHMET SÜRMELİ
-YENİ- SAHABEYİ ÇOK SEVİYORUZ
SAHABEYİ ÇOK SEVİYORUZ
İman ettiğimiz bu din bu günlere onların fedakârlıkları ve çabalarıyla gelmiştir. Her birinin dinimizin bizlere naklinde emekleri vardır. Konunun daha iyi anlaşılması için önce sahabe kavramını kısaca açmakta yarar görüyoruz. Sahâbî tanımının terimsel anlamına geçmeden önce üzerinde durmamız gereken bir husus vardır: “Bir kimseye sahâbî denebilmesi için Hz. Peygamber ile asgari bir arada bulunma müddeti ne kadardır?” “Hz. Peygamber’i sadece bir iki kez gören veya dinleme fırsatı bulan, fakat onunla birlikte yaşamayan kimselere de sahâbî denilebilir mi?” Bu hususta gerek Hz. Peygamber’den, gerekse sahâbeden gelen rivayetlere baktığımızda, sohbet ile daha çok dostluğu, arkadaşlığı, uzun süre beraberce yaşamayı kastettikleri anlaşılmaktadır.”[1]
Sahâbî tanımında litaratürde hadisçilerin tanımı ön planda olmuştur. Hadisçiler, sahâbî tanımının her ne kadar “Sohbet”ten türediğini söyleseler de, bu sohbetin keyfiyeti üzerinde durmazlar. Onlara göre Hz. Peygamberle sohbeti az olsun çok olsun, ister uzun yıllar sürsün, ister bir sene veya bir ay, bir gün veya bir saat olsun; eğer bu sohbet Hz. Peygamber’le gerçekleşmişse bu kişiye sahâbî denir. Hatta günün içerisinde çok kısa bir süre bile Peygamberle Müslüman olarak sohbet eden bir insan da sahâbî sayılır.[2] Halk arasında meşhur olan ve kabul gören tanım budur.
Hadisçiler sahâbî tanımını geniş tutmaktadırlar. Onlar, Hz. Peygamberden bir şey rivayet etmese bile bir kez gören bir insanı sahâbîden kabul etmektedirler.[3] Hadisçiler tanımlarına şöyle bir kayıt koymayı da ihmal etmemişlerdir: “Görmeye engel bir durum olmaksızın, âmâ olmak gibi...” Bu kayıtla âmâ olan Abdullah b. Ümmü Mektum benzeri sahâbîler tanımın kapsamı içerisine alınmış olmaktadır. Sadece Rasulullah’ı görmekle sahâbî olunacağına Ahmed b. Hanbel de (ö: 241/855) kail olmuştur.[4] Büyük muhaddis Buharî de sahâbî olmayı Hz. Peygamberi görmeye odaklamıştır.[5] Bu tanımı önceleyenlerin elbette gözettikleri hikmetler vardır. Belki de Resulullah’ı bir kere bile görmenin manevi feyzini tanımın odağına almışlardır.
Usulcülere göre ise Hz. Peygamberi bir defa görmekle sahâbî olunamaz. Onlara göre uzun bir sohbet dönemini kişi Hz. Peygamberle Müslüman olarak geçirirse sahâbî olabilir.[6] Usulcü âlimler sahâbî olabilmek için bir kimsenin Hz. Peygamberle bir veya iki sene beraber kalmasını, onunla beraber bir veya iki savaşa katılması gerektiğini öne sürmektedirler. Abdullah b. Ömer (ö: 73/692), şöyle bir nakilde bulunuyor: “Ben ilim ehlinin şöyle söylediğini gördüm: ‘Rasulullaha büluğ halinde iken yetişip, dinî konularda aklı eren ve bu konulara razı olan kişi Hz. Peygamberle velev ki gündüzün bir saatinde kısa bir sohbette de bulunsa sahâbîdir.”[7] Bu tanım bir taraftan Hadisçilerin tarifine benzese de içerisinde, Rasulullahla sohbet etmenin gerektiğini de ifade etmektedir.[8] Tabiîn âlimlerinden olan Said b. Müseyyeb (ö: 93/712): “Hz. Peygamberle bir veya iki sene beraberliği olmayan, Onunla bir veya iki savaşa katılmayan sahabeden sayılmaz.”[9] demiştir. Bu tanım usulcü âlimlerin tanımına uygun düşmektedir.
Yukarıda hem hadiscilerin hem de usulcülerin tanımlarını ayrı ayrı verdik. İlim ehli bu tanımlardan yola çıkarak müzakereler yapmışlar ve herkes kendi meşrebine göre bu tanımlamalardan birini almıştır. Bizim kanaatimize göre de usulcülerin tanımı sahabeyi daha niteliksel ele almaktadır. Kendilerine uyulması bakımından derin anlamlar içermektedir. Fakat hadisçilerin tanımını da çok önemsiyoruz. Zira bir insan Müslüman olarak Peygamber Efendimizi bir defa bile görse onun nübüvvet nurundan mutlaka istifade eder ve hayatına bu nurun etkisiyle yön verir. Çok az da olsa onu görmek ve Müslüman olarak ölmek kişiyi sahabi yapıyorsa bu lütfa ipotek koymanın da doğru olmayacağı düşüncesindeyiz.
Bazı sahabiler Resulullah’ın etrafında pervaneler gibi dönmüşler ve dinimize hizmet etmişlerdir. Bu insanların kimi hadisde, kimi fıkıhta, kimi tefsirde, kimi de diğer ilim dallarında örnek olmuşlardır. Tefsir denince Hz. Abdullah b. Abbas, fıkıh denince Hz. Ali ve Hz. Abdullah b. Mesud ve hadis denince de Hz. Ebu Hureyre hatıra gelmektedir. Bu arada tüm sahabilerle beraber diğer müçtehit sahabileri rahmetle anıyoruz. Sahabenin bu özelliklerini ve örnek oluşlarını bilen oryantalistler özellikle Hz. Abdullah b. Mesud’a, Hz. Abdullah b. Abbas’a ve Ebu Hureyre’ye saldırmışlardır. Bu sahabilerin tamamı, usulcü anlayışın tanımına göre sahabidir. Onları ümmetin gözünden düşürmek ve beraberinde onlarla anılan ilimleri şaibeli hâle getirmek için her türlü fesadı ortaya atmışlardır. Bunlar içerisinde en çok gavur saldırısına uğrayan ise Ebu Hureyre olmuştur. Ona olan saldırılar birkaç yönlüdür. Hem mezhebi saldırılar hem de hadisi kaynak olmaktan çıkararak Müslümanları kaosa sürüklemek isteyen müsteşrik saldırıları. Bu konularda ilmi olmaktan uzak birçok telif yapıldı. Yapılan telifler müdellel değildir. Çıkış noktaları rasyonelite olan bu eserlerin çoğu batılılar karşısında ezik kişiler tarafından kaleme alınmıştır. Maalesef bu çalışmalar ilmi hatalarla malul şekilde dilimize de çevrilmiştir. Hastalıklı çevirilerle yetişen ukela bir güruh bunların sayesinde ahkâm kesmeye başladı(!). Hâlbuki hadis ve usülü çalışmaları Müslümanların yüz akıdır. Bu söylediğim hükmü ilimden nasibi olanlar anlar. İlimden nasibi olmayan usül/metodoloji bilmeyen ve peygamberi işlevsiz kılarak modelsiz bir din hayalindeki zevat, tekliflerin üzerlerinden kalkmasıyla mutlu olmaktadırlar. Yeri geldiği için söylüyorum; Kur’an’da 200’den fazla ayet vahyin egemen olduğu bir siyasayı emretmesine rağmen ve Hz. Peygamber de bu ayetlerin tefsiri mahiyetinde bir İslâm devleti kurma çalışmasını öncelemesine karşın malum zevatın bu ayetlerin tefsiri mahiyetinde bir şey söylemeyip dünya sisteminin çarkına su taşımalarını ne ile izah etmek gerekir? Biz bu zevattan velayetle ilgili ayetlerden mülhem, moderniteye alternatif olacak ve İslâm’ın siyasi tezini ortaya koyup gençleri irtidattan kurtaracak esaslı çalışmalar bekliyoruz.
Oryantalistlerin ve Şia’nın saldırdığı yerden Ebu Hureyre’ye saldırarak hadisler hakkında şüpheler saçmayı ise hiç orijinal bulmuyoruz. Zira bu kapı batılı kâfirler ve mezheplerini din sayan bidat ehli tarafından defalarca zorlanmıştır. Fakat kimse hadis sütununu yıkmaya muktedir olamamıştır. Marjinal ve muallel bazı rivayetleri ele alıp tüm hadis ilmini yaralamaya çalışmak ilmi ve insaflı yaklaşım değildir. Zaten ilim ehli muallel rivayetlere sarılmaz. Hadislerin Kur’an tefsiri olduğunu düşünürsek, Kur’an’a rağmen bir hadis anlayışı Müslümanlar arasında hiç olmamıştır. Kur’an-ı Kerim her zaman kâdıdır. Bunu hangi Müslüman ilim ehli inkâr edebilir?
Bütün bu kısa değerlendirmeden sonra Ebu Hureyre başta olmak üzere sahabe hakkında ilimsiz, irfansız ve ahlaksız değerlendirmeler yapmanın Resulullah’ı inciteceği düşüncesindeyiz. Ayrıca bilinmeli ki bu tip konularla uğraşıp tatmin olmak sadece azgınlaşan egoları memnun eder. Müslümanların sorunlarına çözüm üretmez. Hamasi konuşma ve yazmalar yerine çözüm odaklı çalışmaları insanlarımız beklemektedirler. Çözüm odaklı çalışmalar aynı zamanda ümmeti, yıllardır hasret kaldığımız teklifleri yeniden üstlenmeye hazır hâle getirir. Ayrıca bilinmeli ki Müslümanlar konuşmalarında ve yazmalarında kâfirlere bile nezaketli bir dil kullanırlar. Kâfirlere karşı yaptığımız bu kibarlığı Allah Resulüne bir ömür boyu hizmet etmiş kutlu insanlardan/sahabeden niçin esirgiyoruz?
Sahabiler, İslâm’ı yaşama ve anlamada bizlere örnek olan şahsiyetlerdir. Resulullah’ı gören ve risalet nurundan istifade eden bu kutlu nesil; Kur’an’ın nüzulüne, kıraatine, beyanına, yaşanmasına ve tebliğine şahit olmuşlardır. Sahabilerden bir kısmı ise gece gündüz Peygamberimize refakat ederek ilimde, fehimde, fıkıhta, tefsirde, kıraatte, siyasette, ahlakta ve cihatta derinleşmişlerdir. Her biri birer hidayet kandili olan ve dinimize canlarını veren bu insanları sevmek; onları unutulmaz yapan Resulullah’a (s.a.v.) saygının gereğidir.
[1] Erul, Bünyamin, Sahâbenin Sünnet Anlayışı, T.D.V. Yay., Ankara 2000, s. 2.
[2] el-Bağdadî, Ebubekir Ahmed b. Ali, Kitabu’r-Rivaye fî İlmi’r-Rivaye, Beyrut 1998, s. 51; Cürcanî, Ebu Hasan, el-Muhtasar fî Usûli’l-Hadîs, Dâru’d-Dağve, İskenderiyye trsz, s.71.
[3] İbnu’s-Salah, Osman b. Abdurrahman, Usûlü’l-Hadîs, Dâru’l-Fikr, Şam 1986, s. 293; İbn Kesîr, İsmail b. Ömer,İhtisaru Şerhi’l-Hadîs, Dâru’t-Turâs, Kahire 1979, s. 151; el-Hatib, Muhammed Accac, el-Muhtasar fî Ulumi’l-Hadîs, Beyrut 1991, s.196; el-Ensarî, Zekeriyya b. Muhammed, Fethu’l-Bakî alâ Elfiyeti’l-İrâkî, Beyrut trsz, III, 2-3
[4]Zeynuddin Abdurrahim b. Husayn, Şerhu Elfiyeti’l-İrâkî, el-Müsemmâ bi’t-Tebsıra ve’t-Tezkira, Beyrut trsz, III, 3.
[5] el-Bağdadî, el-Kifaye, s. 51.
[6] Cürcanî, Ebu’l-Hasan, el-Muhtasar fî Usûli’l-Hadîs, s. 71.
[7] el-Bağdadî, el-Kifaye, s. 50.
[8] İbn Arabî, Ahkâmu’l-Kur’an, I, 36.
[9] İbnu’s-Salâh, Ulûmu’l-Hadîs, s. 293.
MEHMET SÜRMELİ
Henüz Yorum yok