- 06 Ekim 2025 - KAPİTALİST RUHUN İSLÂMÎ CAMİYA SIZMASI
- 23 Eylül 2025 - "GÜNAYDIN" MI, "HAYIRLI SABAHLAR" MI? – BİR SELAMIN HİKMETİ ÜZERİNE
- 01 Ağustos 2025 - FETÖ MÜCADELESİNDE NEDEN BAŞARILI OLUNMUYOR? -2-
- 23 Temmuz 2025 - FETÖ MÜCADELESİNDE NEDEN BAŞARILI OLUNMUYOR? -1-
- 14 Temmuz 2025 - 15 TEMMUZ: BİR MİLLETİN CİHAN DEVLETİ YÜRÜYÜŞÜNE İHANET
- 06 Temmuz 2025 - KERBELA: BİR ÜMMETİN İÇ SIZISI
- 02 Temmuz 2025 - EN İYİ SAVUNMA SALDIRIDIR, EN KÖTÜ SAVUNMA SAVUNMADIR.
- 24 Haziran 2025 - TÜRKİYE İÇİN TARİHÎ BİR ZARURET OLARAK MEGA İDEAL (BÜYÜK ÜLKÜ) ARAYIŞI
- 19 Haziran 2025 - ARZ – I MEV’UD; MÜSLÜMAN COĞRAFYADA İŞGAL PLANLARI, TÜRKİYE'Yİ BEKLEYEN TEHLİKE
- 07 Haziran 2025 - KUDÜS’E AĞIT ŞİİRİ TAHLİLİ
- 30 Mayıs 2025 - KUDÜS'E AĞIT ŞİİRİNİN EVLAT EDİNME HİKAYESİ
- 23 Mayıs 2025 - MESCİD-İ AKSAY'A AĞIT !
- 07 Mayıs 2025 - HİNDİSTAN-PAKİSTAN SAVAŞI İNSANLIĞIN SONU OLABİLİR Mİ ?
- 29 Nisan 2025 - YÂSÎN SAHİBİ OLMAK… KAVMİNİN KURTULUŞU İÇİN BEDEL ÖDEMEK…
- 22 Nisan 2025 - KUR’ÂN’IN KISSALARLA YÜKLEDİĞİ SORUMLULUK
- 18 Nisan 2025 - YASİN SURESİ VE MARANGOZ HABİB’İN MESAJI
- 11 Nisan 2025 - HAYATIN MERKEZİNDE BİR PEYGAMBER
- 26 Şubat 2025 - MAKİNALARIN ÖĞRENME SERÜVENİ: YAPAY ZEKÂ
- 17 Şubat 2025 - YAPAY ZEKA, TEHDİTİ Mİ, FIRSATI MI?
- 10 Şubat 2025 - SIRADANLAŞMAK
- 01 Şubat 2025 - HAYALİNDE KUDÜS OLMAYANIN İMANINDAN ŞÜPHE EDİLİR
- 26 Ocak 2025 - KUDÜS, MESCİD-İ AKSA BİZİ İLGİLENDİRİR Mİ?
- 19 Ocak 2025 - KIRILMA NOKTASI GAZZE

MUHAMMED ŞAMİL GENÇOSMANOĞLU
-YENİ- NEDEN BAZI İNSANLAR DOĞRU YOLU BULAMAZ?
NEDEN BAZI İNSANLAR DOĞRU YOLU BULAMAZ?
...Herhalde yalancı ve nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz.(Zümer Suresi 3/Elmalılı Hamdi Yazır meali)
İnsanın en kadim sorunu doğru yol üzere olmak. Doğru yolu bulmanın bir niyet ve gayret meselesi olduğunu düşünüyorum.
Tüm insanlığın ortak kaygısı, dünya var olduğu günden beri esas gayesi doğru insan olmak, doğru yol yürümek. Bunun için;
1. Doğru yola niyet etmek, doğru yolda olmayı hedef kabul etmek gerekiyor.
2. Doğru yolu bulmaya çalışmak, bunu dert edinmek
3. Doğru yolu bulmak
4. Doğru yolda olmak, doğru yolda kalmak
5. Doğru yolda ölmek.
Doğru yol mevzusu İslam'ın en başta gördüğü bir mesele olduğu gibi dünyadaki diğer tüm ideolojilerin ve tahrif olmuş dinlerin de kadim meselesidir. Bu anlamda baktığımızda doğruluk tüm insanlığın ortak meselesidir. Olayın evrensel bir boyutu var.
Burada Kur'an ve sünneti dikkate alarak doğru yol üzerinde olmayı ele alacağız. Zümer Suresi'nin 3. ayetinin son kısmı bize diyor ki;
Doğrusu Allah, hem kendisine, hem de diğer insanlara karşı yalan söyleyen ve kendisine bahşedilen bunca nimetlere karşı nankörlük eden kimseleri, nihai anlamda başarıya ve kurtuluşa ulaştırmaz, doğru yola iletmez!
Burada Kur'an'ı tefsir eden müfessirlerin bakış açısı ile bakmayacağız. Çünkü bu apayrı bir ilim dalı. Ayetin başı sonu, önceki ayetle ve sonraki ayetle bağlantısı, tarihi arka planı, ayetin iniş sebebi vs... bunlar çok teknik konular ve bu işi ehline bırakarak ayetin bu kısmı ile doğru yolu bulmayı ne idüğünü ve ne olduğunu düşüneceğiz.
Bu arada bir ayet diyelim ki iniş sebebi, bir olayla alakalı ise ya da kafirlere hitaben iniyorsa o ayetin zamanımıza ve bize düşen hissesi vardır. Kafirlere hitap eden bir ayetin inanan müminler üzerine düşen gölgesi de vardır denilir. Yani o ayet sana da hitap ediyor, nasıl olsa kafirlere hitap ediyor deyip kenara çekilmemek gerekiyor.
Yani bu ayetin iniş sebebi ve kime hitap ettiği kısmından bağımsız olarak bize hitap ettiğini düşünerek hareket edeceğiz.
Burada iki kavram dikkatimizi çekiyor. Nankörlük ve yalancılık. Allah nankörlük eden kimseleri ve yalancılık yapan kimseleri doğru yola iletmez. Düzgün bir adam olmak, doğru yaşamak için yukarıda saydığımız beş maddenin devreye girmesi için bu iki kavramdan uzaklaşmak gerekiyor. Nankör olmayacağız ve yalan söylemeyeceğiz.
Bu şu demek eğer bir insan nankörse ve yalancı ise Allah onu doğru yola iletmeyecek.
Doğrusu Allah, hem kendisine, hem de diğer insanlara karşı yalan söyleyen ve kendisine bahşedilen bunca nimetlere karşı nankörlük eden kimseleri, nihai anlamda başarıya ve kurtuluşa ulaştırmaz, doğru yola iletmez.
Nankörlük, kelime anlamıyla “nimeti inkâr etmek”tir; fakat bu, sadece ahlaki bir tutum değil, genel anlamda deruni manada bir bozulmadır. Nankörlük, yalnızca nimeti inkâr etmek değildir. Nankörlük, nimetin sahibini unutmaktır. Daha basitçe söyleyelim: nimet yalnızca maddi bir veri değildir; nimet, varlığın sürekliliğine işaret eden bir şifre, bir çağrıdır. İnsan bu çağrıyı şükürle cevaplayarak, arifane bir katılımcı olarak onaylar. Nankörlük ise bu çağrıyı geri çevirir; varoluşun kaynağına olan bağı kesen içsel bir hareket halidir.
İnsan yaratıcısından gelen nimetleri kendi çabası ve gayretinin eseri zannedince nankörlüğün yoluna girmiş demektir. Halbuki nimet yaratıcının kulu ile irtibat kurduğu, iletişim kurduğu bir şeydir. Verilen nimetlere şükretmek, minnet duymak bu anlamda yaratıcı ile irtibat kurmaktır. Şükür bir iletişim halidir. Nankörlük bu diyaloğu kesmektir. İletişimsizliktir.
Şükrün özü hatırlamaktır; nankörlüğün kökü ise unutmak. Unutmak, insana ait en sinsi düşmandır. Çünkü unuttuğun her şeyin yerini benliğin alır. Nankör, “ben yaptım” der; oysa ona nefes veren, kalbini attıran, toprağa bereket, suya hayat katan Allah’tır. Nankörlük bir unutuş değildir sadece, bilinçli bir uzaklaşmadır; insanın kendi kendine kurduğu ilahın önünde secdeye kapanmasıdır. Kendini ilah kabul etmesi...
Nankörlük verilen nimetin farkında olmamaktır aynı zamanda. İnsan içinde bulunduğu durumun farkında değilse nankörlük sinyaller vermeye başlamıştır. Sağlık nimeti vardır, farkında değildir, ancak hasta olunca anlar bu nimeti. Parası pulu vardır, ama bu durumun farkında değildir, bu durum gidince el alemden para pul alınca bu nimeti fark eder. Çoluk çocuğu vardır, o nimetin farkında değildir, onlar yanından gidince bu kıymeti anlar. Velhasıl insan kendini çevreleyen tüm nimetleri önce fark etmeli, sonra bu nimetleri verene şükretmeli. Şükürsüzlüğün her hali nankörlüktür. Nimetin farkında olmadığımız her an nankörlüğe bir kapı aralanır. O nimeti fark ettiğimiz an o kapı kapanır. Şükür kapısı açılır.
Nimetlerin farkında olmayanlar nankörlük kapısının önünde durdukları için Allah onları doğru yola iletmez. Çünkü durdukları yer farklı. Şükür kapısının önünde durduğunda doğru yolun başındasın demektir.
İlahi yasa bize şunu gösteriyor; ilk çaba gayret ve niyet kuldan olacak. Sonra Allah'ın yardımı gelecek. Kul nimetleri fark ederek şükür kapısının önünde olduğunu gösterdiği için yaratan da ona doğru yolu gösterecek ve o yola iletecektir.
Yalancılık ise nankörlüğün dile gelmiş halidir. Kalpteki nankörlük, dilde yalan olarak tezahür eder. Yalancı, hakikati kendi menfaatine göre eğip büker; gerçeği değil, işine geleni söyler. Yalan söyleyen, önce kendisini kandırır. Çünkü bir defa hakikati eğmeye başladığında, artık hiçbir şey düz durmaz.
Bu iki tutum (nankörlük ve yalancılık) hakikatte aynı hastalığın iki yüzüdür. Nankörlük, varlığın kaynağını unutarak “verileni kendine mal etmek”tir; yalancılık ise hakikatin kendisini “sözüyle yeniden biçimlendirmek”tir. Nankörlük, kaynağı inkâr ettirir; yalancılık, hakikati konuşmaktan alıkoyar. Birincisi bağı reddeder, ikincisi iletişimi zehirler. Sonuç: insan ne kaynağı hatırlar ne de kendisini doğru söyleyişle tasdik eder.
Birincisi “varlık alanını” çarpıtır, ikincisi “anlam alanını.” Böylece insan hem varlıkta hem de sözde merkez olmaya kalkar. İşte bu noktada hidayet, yani “doğru yol” imkânsız hale gelir. Çünkü hidayet, ancak hakikatle uyum içinde yürüyene verilir.
Nankörlük, insanın varlıkla olan dikey bağını keser; yalancılık, yatay bağlarını bozar. Dikey bağ koptuğunda insan, ilahi nurdan mahrum kalır; yatay bağ bozulduğunda ise toplumsal güven ve anlam zemini yıkılır. Böylece insan, hem kozmik hem de sosyal düzlemde yönünü kaybeder işte bu, “doğru yoldan sapma”nın tam karşılığıdır.
Hidayet, zorla yönlendirme değil, hakikate iştirak etme biçimidir. Niyetin ne ise o tarafa dönersin. Yönün yolun olur. Allah, insana yol gösterir; ama yürümek insanın iradesine bırakılmıştır. Nankör, doğru yolun başında değildir, o yolda yürümeye niyeti yoktur ve o yolda yürümek istemez. Yalancı, yönünü görmek istemez. İkisi de kendi karanlığında, kendi yalanının doğrultusunda kaybolur.
Hidayet, dıştan dikte edilen bir yönlendirme değil, içten açılan bir uyanış ve arayış halidir. Allah, dileyene değil, arayış içinde olana hidayet eder. Doğru yola iletecek olan sadece Allah'tır.
Burada Allah'ın dosdoğru yoluna girmek için iki şey gerekiyor. Nimeti fark etmek yani şükür. İkincisi sözünü terbiye etmek... Dosdoğru konuşmak...
Nankörlükle yalancılığın ortak paydası, hakikate aykırılıktır; dolayısıyla bu iki sıfat, insanı hidayetle bağdaşmaz bir hale sokar. İnsan, kendi varlığını hakikatle hizaya getirmedikçe, Allah’ın rehberliğiyle buluşamaz. Çünkü hidayet, zorla yönlendirme değil, hakikate iştirak etme biçimidir.
İnsanın varoluşu, şükürle başlar ve doğrulukla sürer. Şükür, yaratana teşekkür; doğruluk, hakikate sadakattir. Nankörlükle yalan, bu iki temel bağı koparır; insanı hem varlıktan hem hakikatten yabancılaştırır.
Allah, nankör ve yalancıyı doğru yola iletmez, çünkü onlar zaten yolun kendisini reddetmişlerdir. Hakikat, onlara doğru değil; onlar hakikate eğridir. Kalp, eğrilince kelam da eğrilir; kelam eğrilince istikamet kaybolur. Böyle bir insan, Allah’ın hidayetine değil, kendi hevasına tabi olur.
Hidayet, hakikatin önünde eğilmekle başlar. Nimetin sahibini görmek, sözü dosdoğru söylemekle kemale erer. Şükreden insan, nimeti fark eder, nimeti büyütür; yalan söylemeyen, yalancı olmayan insan, hakikati yüceltir.
Şükür minnetin dilidir; doğruluk ise emanetin gereğidir.
Yol, şükürle aydınlanır; doğrulukla düzleşir. Nankörlük karanlıktır, yalan eğriliktir. İşte bu yüzden, Allah nankör ve yalancıyı doğru yola iletmez. Karanlıkta eğrilik olur, ama ışıkta her şey ortaya çıkar. Hakikat, ancak şükreden ve doğru söyleyen kalplerde ışıldar.
Henüz Yorum yok