MEHMET SÜRMELİ

-YENİ- NE İSTİSMAR NE DE İSTİHMAR

NE İSTİSMAR NE DE İSTİHMAR

Hayatın hiçbir alanında müminlerin birbirlerine karşı “sırt dönmemelerini/birbirlerinin sorunlarına ilgisiz kalmamalarını”[1] isteyen Resulullah (s.a.v.): “Komşusu açken kendisi tok olarak yatan kimse mümin değildir”[2] uyarısını yapmıştır. Aynı uyarıyı bir başka rivayette şu ifadeyle yinelemiştir: “Yanı başındaki komşusunun yoksulluğunun farkında olduğu halde komşusu açken kendisi tok yatan kimse bana iman etmemiştir”[3] Toplumun içerisinde bir kimse aç olarak sabahlarsa Allah Teâlâ’nın zimmeti/koruması o toplumdan kalkar”[4] buyuran Resulullah bu uyarı ve emirleriyle Müslümanlara çok büyük görevler yüklemiştir. Hz. Peygamberin eğitim ve öğretiminden geçen müçtehit sahabi ve İslâm siyaset nizamının zirve temsilcilerinden Hz. Ömer (r.), Müslüman bir kimseye kayıtsız kalıp susuzluktan dolayı ölümüne neden olanları “katil” kabul etmiş ve ölen bu şahsın diyetini o kabilenin tamamına ödetmiştir.[5] Herhangi bir kimseye karşı kayıtsız kalıp susuzluktan veya açlıktan dolayı ölümüne sebep olmayı katillik olarak gören, İslam’ın dışında yeryüzünde başka bir hayat tarzı yoktur. Bu İslami uygulamanın anlamını Müslümanlar yeterince anlayıp uygulama alanına koyabilselerdi bugün çok daha farklı bir yerde ve keyfiyette olurlardı. Ülkelerinde fakirlik diye bir problem de olmazdı.

       Maişet/geçim talebiyle çalışmak hem çok onurlu hem de çok önemli bir iştir. Hz. peygamber; “Geçim için çalışmanın günahlara kefaret olacağını”[6] bildirmiştir. İnsanın kendisinin ve aile bireylerinin geçimi için çalışması günahlara kefaret olduğuna göre İslâm, emeğe kutsallık atfetmiştir. Hz. Âdem’den (a.), Hz. Muhammed’e (s.a.v.) kadar peygamberlerin gönderiliş amaçlarından birisi de emeğin üretime dönüşmesinin sonucu olan malı korumaktır. Malı korumanın içerisinde emeğe saygı, işçinin hukukunu muhafaza, ahlaksızlığa ve sömürüye geçit vermeme, güvensizlik oluşturmama, dar gelirlileri ve zayıfları (bir mazerete binaen çalışamayanları) ezdirmeme de vardır.

     Kullarının emeklerinin karşılığını yedi yüz katına kadar fazlasıyla ödeyen Allah Teâlâ,[7] sermaye sahiplerine şu mesajı vermiştir: “Çalıştırdığınız kimselerin emeklerinin karşılığını hakkıyla verin ama biraz da fazlasıyla ödeyin. Eksik ödemede bulunmayın.” “Müslüman, Müslümanın kardeşidir ona zulmetmez/sömürmez ve zulme (sömürü ortamına da) terk etmez…”[8] İşçinin ve diğer emek sahiplerinin çalıştıklarının karşılığını vermemek en büyük zulümdür. Emek karşılığında bir zulmün doğmaması için, sermayedarların ücreti apaçık şekilde belirleyip kayda bağlamamalarını Hz. Peygamber (s.a.v.) yasaklamıştır.[9] İşçiyi çalıştırdıktan sonra ücretinin geciktirilmesini hoş karşılamayan Peygamberimiz (s.a.v.),  sermaye çevrelerinde karşılığını yeterince bulamayan şu meşhur emrini vermiştir: “İşçilerin ücretlerini alınlarının teri kurumadan (hakkıyla) ödeyiniz”[10] İşçi işveren münasebetlerine genel ilkeler koyması bağlamında Hz. Şuayb ile Hz. Musa arasındaki sözleşme ve sözleşme şartlarına riayet çok önemli ipuçları vermektedir.[11] Eğer işveren işçiye zulmederse şu kutsi hadiste beyan edildiği gibi patron, Allah’ı (c.c.) karşısına almıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.), Yüce Allah’tan şöyle nakletmiştir: “Allah Teâlâ buyurdu ki ben kıyamet günü üç grup insanın hasmı/düşmanıyım. Kime düşmanlık edersem onu param parça ederim. Ben; benim adıma söz verip daha sonra verdiği sözden cayanın, özgür bir kimseyi para karşılığı satıp sonra da parasını yiyenin[12], ücretli insan çalıştırıp ücretini (yaptırdığı işin ağırlığı ve üretime katkısına göre) tam olarak vaktinde ödemeyenin (düşmanıyım.)”[13]

     Siyasi ve iktisadi örgütlenmeler, bu hadisleri referans almak suretiyle ilkeler belirlemeli ve işçinin, yoksulun ve engellere bağlı çalışamayan insanların yanında bulunmalıdır. Bu konuda devlete çok önemli görevler düşmektedir. İşçi kesimi de, sömürü düzenine karşı uyanık durup alın terini sömürtmeme hususunda teyakkuz halinde olmalıdır. Emeğin kutsallığı hesabına hiçbir uyuşturucu propaganda karşısında şekerleme bile yapmamalıdır. İşçiler ideolojik yapılanmaların taşeronluğunu yapmak ve sarı sendikacılığın piyonu olmak yerine hak ve emek mücadelesi vermelidir. Bu mücadeleye destek olmayan ve sarı sendikacılık yapan kurumları hayatlarından çıkarmalıdırlar.

     İslam dini ve onun kaynakları incelendiğinde görülür ki dinde mutlak adalet vardır. İslâm’ı doğru anlama bilincine eren Müslümanlar duruş yerlerini iyi tespit etmişlerdir. Bu şuurlu insanlar, dünya finans sisteminin yanında olmadıkları gibi, sistemin yanında duran sağ ve sol politik kurumlara ucuz oy deposu olmak gibi güdümlü yörünge siyasetine de iltifat etmemişlerdir. Yukarıdaki söylenenler samimi bir uygulama zemini bulduğunda, tarih içerisinde toplumların maddi açıdan zayıf kesimleri, önderleri kabul ettikleri peygamberlerin etrafında toplanmışlardır. Çünkü peygamberler tüketime bağlı oluşan kast sistemini yıkmışlar, bunun yerine “erdem” ve “takva” ya dayanan yepyeni bir insani toplumsal düzen kurmuşlardır. Erdem esas olunca sermayeye karşı fakirler ezilmemiştir. Hakları gasp edilince zalim sermayedarlara karşı kılıç bile çekebilmişlerdir. Bu anlayış Müslüman olduğunun bilincinde olan her emekçide potansiyel olarak vardır. Her ne kadar hocalarımız (!) bu konuları işlemeseler de Müslümanlar bu dinamizmi İslâm’dan almaktalar; Kur’an ve sünnet okumalarıyla da kendilerini diri tutmaktadırlar.

     Velhasıl bugünkü liberal sermayenin dini imanı yoktur. Sadece din istismarı vardır. Müslümanları dünya sistemine entegre etmek için islamizasyon politikalarını ihtiyaca göre devreye sokarlar ve yerli işbirlikçilerini ülkelere göre kullanabilirler. İstismara aldananlar “istihmara”[14] razı olmuş zavallılardır. Dini olmayan sermaye, yerine göre kendini dindar gibi gösterirken, esas kazanımını din üzerinden din düşmanlığı üretmekle elde etmiştir. Kitlesel din düşmanlığı yapan işbirlikçi sermaye - ki burada dinle İslam’ı kastediyoruz- İslam dinini dünya ticaret merkezi eksenli emperyalist siyasetin alternatifi olmaktan çıkarma gayretine girişmiştir. Bu vahim durumun neticesinde isteyerek veya istemeyerek insanlarımız Amerikancılığa adapte edilmiştir. Artık Müslümanı da gâvuru da siyaseti Amerikancı kavram ve terimler üzerinden yapmaktadırlar. Bir insanlık ayıbı olan Amerikancılık, tavırsız ve ilkesiz Müslümanlar(!) yüzünden meşruiyet kazanmaya başlamıştır. Hâlbuki bu anlayış var oldukça Müslümanlara ve Müslümanlığa varlık alanı tanımayacaktır. Toplumun farklı düşünenlerini bir tarafa bırakalım fakat, anlaşılmayan şey; iktisadi şirk modelini değişik formlarda-liberal veya sosyalist- kabul eden ve bunu ülkelerinde uygulayan kimseler imanlarını parçalamış olmuyorlar mı? Allah (c.c.), parçalı bir imanı kabul etmediğine göre bu adamlar gerçekten Müslüman mı? Cevabınız olumsuz ise çalışmanızın keyfiyeti de inancınıza uygun olmalıdır.

[1] Beyhaki, Gasp, I, Had. no: 11496, c. VI, s. 153.
[2] İbni Recep, el-Hanbeli, Cami’u-l Ulum, c. I, s. 349; Suyuti, Cami’u-s Sağir, Had. no: 7583, c. II, s. 464.
[3] Suyuti, Cami’u-s Sağir, Had. no: 7771, c. II, s. 476; İbni Recep, a.g.e, c. I, s. 349.
[4] Ahmed, Müsned, c. II, s. 33.
[5] Abdurrezzak, Musannef, c. X, s. 51; Beyhaki, Sünen, İhya’ul Mevt, Had. no: 11851, c. VI, s. 252.
[6] Acluni, Keşf’ü-l Hafa, Had. no: 783, c. I, s. 254.
[7] Bak: Bakara 2/261
[8] Ahmed, Müsned, c. II, s. 91.
[9] Heysemi, Zevaid, c. IV, s. 97.
[10] İbni Mace, Rehin, 4, Had. no: 2443, c. II, s. 217; Tahavî, Müşkil’ü-l âsar, Had. no: 3272, c. IV, s. 98; Beyhaki, İcare, 6, Had. no: 11659, c. VI, s. 200.
[11] Bkz: Kasas 28/26-27.
[12] Bugün bu olay çeşitli şekillerde gerçekleşmektedir. Köle ticareti, sözde olmasa da Suudi Arabistan vb. emirliklerde oturum alan fakir insanlar emeklerinin karşılığını efendilerine vererek çok az bir para ile geçinmektedirler. Kapitalizmin cenderesi altında ezilen bütün emekçilerin durumu hemen hemen aynıdır. Şu söylenebilir; kapitalizm kendisini garanti altına almak için bütün dünyada farklı taktikler uygulamaktadır. Neticede emek sömürülmektedir. Bu hadis üzerinden sosyolojik-siyasi ve iktisadi tahliller yapılmalıdır.
[13] İbni Mace, Rehin, 4, Had. no: 2442, c. II, s. 816; Tahavi, Müşkil’ü-l Asar, Had. no: 3273, c. IV, s. 98.
[14] Merkepleşme; hımarlaşma…

MEHMET SÜRMELİ

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri